VoyForums
[ Show ]
Support VoyForums
[ Shrink ]
VoyForums Announcement: Programming and providing support for this service has been a labor of love since 1997. We are one of the few services online who values our users' privacy, and have never sold your information. We have even fought hard to defend your privacy in legal cases; however, we've done it with almost no financial support -- paying out of pocket to continue providing the service. Due to the issues imposed on us by advertisers, we also stopped hosting most ads on the forums many years ago. We hope you appreciate our efforts.

Show your support by donating any amount. (Note: We are still technically a for-profit company, so your contribution is not tax-deductible.) PayPal Acct: Feedback:

Donate to VoyForums (PayPal):

Login ] [ Contact Forum Admin ] [ Main index ] [ Post a new message ] [ Search | Check update time | Archives: 1 ]


[ Next Thread | Previous Thread | Next Message | Previous Message ]

Date Posted: 06:28:39 02/15/03 Sat
Author: Mustafa Aslan
Subject: Seyyit Kutb'un açıklaması
In reply to: Mustafa Aslan 's message, "Vasiyetin farz oluşu" on 06:26:37 02/15/03 Sat

Bu konuda Seyyit Kutb söyle demektedir :

(Nisa Süresi)
MİRAS

8- Eğer miras bölüşümü sırasında pay sahibi olmayan uzak akrabalar, yetimler ve yoksullar hazır bulunursa onlara da bir şeyler veriniz ve kendilerine gönül alıcı sözler söyleyiniz.

Miras düzeninde -değinileceği gibi- bazı akrabalar mirastan alıkonulurlar. Akrabalıkları var, ancak, varis olamıyorlar. Çünkü onlardan daha yakın akrabalar önlerine geçip mirastan yoksun bırakır onları. Ayetin akışı, mirastan alıkonulan bu kişilere gönüllerini hoş tutmak için -paylaşmada hazır bulunurlarsa sınırlandırmadan bir hak tanımaktadır. Bu şekilde malin paylaşıldığını gördükleri halde bundan yoksun bırakılmalarından dolayı üzülmesinler. Bir de ailesel bağların ve kalbi sevginin korunması amacına yöneliktir bu hak. Ayrıca, genel dayanışma kuralı uyarınca bunun gibi yetim ve fakirler için de bir hak ayrılmaktadır.

"Eğer miras bölüşümü sırasında pay sahibi olmayan uzak akrabalar, yetimler ve yoksullar hazır bulunursa onlara da birşeyler veriniz ve kendilerine gönül alıcı sözler söyleyiniz."

Bu ayet hakkında seleften farklı rivayetler gelmiştir. Kimine göre bu ayet, miras payını sınırlandıran ayetlerce neshedilmiştir. Bazısı muhkem olduğunu söylemiştir. Kimisi ayetin anlamının farz olduğunu söylemiştir. Kimisi de varislerin hoşuna gittiği sürece müstehap olduğunu düşünmüştür. Biz burada nesh olayına ilişkin bir kanıt göremiyoruz. Bize göre ayet muhkemdir. Bir taraftan hükmün kesinliğine öte taraftan da hükmetmenin farz olduğu görüşündeyiz. Burada denilen husus, her halukârda aşağıdaki ayetlerde sınırlandırılan miras paylarından farklı bir şeydir.



9- Arkalarında güçsüz çocuklar bırakıp ölecek olsalar çocuklarının hali nice olur diye kaygı duyanlar yetimlere haksızlık etmekten korksunlar, Allah'tan sakınsınlar ve doğru konuşsunlar.

10- Yetimlerin mallarını haksız biçimde yiyenler, midelerini ateşle doldurmaktan başka birşey yapmıyorlar. Zaten kudurmuş alevlerin içine atılacaklardır.

11- Mirasınızın bölüştürülmesi sırasında Allah size erkeklere, kızlarınkinin (kadınların) iki katı kadar pay vermenizi emreder. Eğer ölenin ikiden çok kızı varsa mirasının üçte ikisi onlarındır, eğer bir kızı varsa mirasın yarısını alır.

Eğer ölenin çocuğu varsa vasiyeti yerine getirildikten ve borcu ödendikten sonra artakalacak malının altıda birerlik bölümü anasına ve babasına düşer. Eğer çocuğu olmaz da ana-babasını mirasçı olarak bırakarak ölürse anası mirasının üçte birini alır. Eğer ölenin kardeşleri varsa mirasının altıda biri annesine verilir. Ana-babanızın mı, yoksa evlatlarınızın mı size daha hayırlı olacaklarını bilemezsiniz.

Bunlar Allah tarafından belirlenmiş miras paylarıdır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir.

Ayetlerin akışı, varislerin paylarını belirlemeye geçmeden önce yetimlerin malını yemekten sakındırmaya dönüyor. Bu sefer kalpleri iki güçlü dokunuşla uyarmak için dönüyor bu konuya. İlki, babalık merhametinin, zayıf zürriyete karşı duyulan fıtri şefkatin ve hesaba çeken ve gözeten yüce Allah'ın korkusunun kaynağına dokunuştur. İkincisi de, korkunç bir somut sahnede ateşten duyulan korkunun, alevden yayılan ürpertinin yerine dokunuştur.

"Arkalarında güçsüz çocuklar bırakıp ölecek olsalar çocuklarının hali nice olur diye kaygı duyanlar yetimlere haksızlık etmekten korksunlar. Allah'tan sakınsınlar ve doğru konuşsunlar."

"Yetimlerin mallarını haksız biçimde yiyenler, midelerini ateşle doldurmaktan başka birşey yapmıyorlar. Zaten kudurmuş alevlerin içine atılacaklardır."

İşte böyle ayet-i kerime ilk dokunuşu kalplerin içine küçük zürriyetlerine karşı ince duygulara sahip babaların kalplerine yapıyor. Bunu da zürriyetlerini, kanadı kırık, ne acıyanı ne de koruyanı bulunmayan bir durumda tasvir ederek gerçekleştirmektedir. Böylece babalarını yitirdikten sonra kendilerine teslim edilen yetimlere karşı şefkat duygularının harekete geçirilmesi amaçlanmaktadır. Çünkü onlar, kendilerinden sonra zürriyetlerinin, kendilerine emanet edilen şu yetimler gibi sağ kalanlardan kime teslim edileceğini bilemezler. Bu arada yüce Allah'tan korkmaları tavsiye edilmektedir. Belki yüce Allah onların küçüklerine de takva sahibi, titiz ve şefkatli birini veli kılar. Ayrıca mallarını ve eşyalarını gözettikleri gibi onları terbiye edip gözetirken yetimlere doğru söz söylemeleri de tavsiye edilmektedir.

İkinci dokunuşa gelince... Bu, korkunç bir tablodur. Karınlardaki ateş tablosu... Ve en sonunda varılacak yerdeki korkunç alev tablosu. Çünkü bu mal ateştir. Ve onlar da bu ateşi yiyorlar. Kuşkusuz onlar sonuçta ateşe varacaklardır. Bu, karınları ve derileri kavuran bir ateştir. İçi de dışı da ateştir bunun. Bu ateş somuttur. Nerdeyse karınlar ve deriler hissedecek. Öyle ki karınları ve derileri yakışını gözler görür gibi oluyor.

Kuşkusuz Kur'an'ın bu hükümleri, kat'i ve köklü işaretleriyle müslüman ruhlarda yapacağını yapmıştır. Onları cahiliye tortularından kurtarmıştır. Onları kuvvetle sarsmış, üzerlerinden bu tortuları gidermiştir. Kalplerine korku, titizlik, takva ve yetimlerin malına dokunmaktan -evet dokunmak- sakınma duygularını yerleştirmiştir. Yetimlerin mallarında, yüce Allah'ın şu güçlü ve derin işaretleri bulunan ayetlerde sözünü ettiği ateşi görüyorlardı. Bu yüzden yetimlerin mallarına dokunmaktan çok korkuyorlardı. Bu korkularında da oldukça mübalağalı davranıyorlardı.

Ata b. Said yoluyla, Said b. Cübeyr'den o da İbn- Abbas'tan (Allah O'ndan razı olsun) şöyle rivayet edilir: "Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler..." ayeti indiğinde yanında yetim bulunan kimseler hemen yemeğini yetimin yemeğinden, içeceğini içeceğinden ayırdılar. Yetim için birşey hazırlayıp bekletirlerdi. O da yerdi ya da bozulurdu. Bu onların zoruna gitti. Bunu gidip Resulullah'a (salât ve selâm üzerine olsun) anlattılar. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:

"Sana yetimler hakkında soru sorarlar. De ki; `Onların durumlarını düzeltmek hayırlı bir iştir. Eğer kendileriyle bir adada yaşıyorsanız, onlar artık kardeşlerinizdir. Allah kimin işleri bozucu ve kimin düzeltici olduğunu iyi bilir. Eğer Allah dileseydi sizi zora koşardı..." (Bakara suresi; 220)

Bunun üzerine yemeklerini yemeklerine, içeceklerini içeceklerine kattılar."

Kur'an'ın metodu bu vicdanları şu aydın ufuklara böyle yükseltiyordu. Onları böylesine olağanüstü bir şekilde cahiliye karanlığından arındırıyordu.

MİRAS NİZAMI

Şimdi miras düzenine gelmiş bulunuyoruz. Bu da yüce Allah'ın anne-babaya yönelik çocuklarına ilişkin bir tavsiye ile başlıyor. Bu tavsiye de gösteriyor ki, yüce Allah, çocuklar konusunda anne-babadan daha merhametli, daha iyiliksever ve daha adildir. Ayrıca bu düzenin tümden Allah tarafından olduğunu da göstermektedir. Çünkü anne-baba ve çocukların, akraba ve yakınlarının arasında hükmeden odur. Ona başvurmaktan, tavsiye ve hükmünü uygulamaktan başka seçenekleri yoktur onların. Daha önce değindiğimiz gibi bütün surenin açıklama ve kapsamıyla uğraştığı "din"in anlamı budur. Böylece miras konusunda genel bir ilkenin belirlenmesine başlamaktadır ayet. "Mirasınızın bölüştürülmesi sırasında Allah size erkeklere, kızlarınınkinin (kadınların) iki katı kadar pay vermenizi emreder."

Sonra bu büyük gerçeğin ve genel ilkenin gölgesinde ayrıntılara ve payların dağıtılmasına geçmektedir. Bu ayrıntılar iki ayeti kapsamaktadır. Birincisi varislerin usul (babadan yukarısı) ve furu (çocuktan aşağısı) olmalarına ilişkindir. İkincisi de evlilik ve (ölenin usul ve furunun bulunmaması durumu) durumlarına özgüdür. Sonra surenin son ayetinde Kelâle (yeri gelince değineceğiz)'nin bazı durumlarını tamamlamak için mirasa ilişkin geri kalan hükümler gelmektedir.

Surenin sonunda yer alan aşağıdaki ayetlerde bu iki ayete bağlıdır.

"Senden fetva isterler. Onlara de ki; Geride ne ana-baba ve ne de çocuk bırakmaksızın ölen kimsenin mirasının nasıl bölüşüleceği hakkında Allah size şu hükmü öneriyor: Eğer geride çocuk bırakmaksızın ölen erkeğin kız kardeşi varsa mirasının yarısı kız kardeşine düşer Fakat kendisi, çocuk bırakmaksızın ölen kız kardeşinin mirasının tamamını alır. Eğer adamın iki kız kardeşi varsa bunlara mirasın üçte ikisi verilir. Eğer hem erkek hem de kız kardeşleri varsa erkeğin payı, kızın payının iki katı olur. Allah şaşırmayasınız diye, size hükmünü böyle açıklıyor. Allah herşeyi bilir." (AI-i İmran suresi; 176)

Şu üç ayet feraiz ilminin -yani miras ilminin- temel esaslarını içermektedir. Ayrıntılara gelince bazısını Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) uygulaması belirlemiştir. Geri kalanını da fakihler, temel esaslar uyarınca içtihat yoluyla belirlemişlerdir. Burada konunun ayrıntı ve uygulamasına girme imkanı olmadığından ve esasında yeri de fıkıh kitapları olduğundan -Fi Zılâl-il Kur'an'da bu hükümlerin yorumu ve kapsadığı İslâm metodunun temellerinin değerlendirilmesiyle yetiniyoruz.

"Mirasınızın bölüştürülmesi sırasında Allah size, erkeklere, kızlarınınkinin (kadınların) iki katı kadar pay vermenizi emreder."

Bu başlangıç -daha önce de anlattığımız gibi- bu feraizin döndüğü temeli ve kaynaklandığı merciyi göstermektedir. Yüce Allah'ın çocuklar konusunda anne babadan daha merhametli olduğunu gösterdiği gibi. Çünkü o bir şeyi farz kılıyorsa bu, anne-babanın onlar için istediğinden daha iyidir.

Her iki anlam da birbirine bağlıdır ve birbirini tamamlamaktadır.

Kuşkusuz tavsiye eden, farz kılan ve mirası insanlar arasında bölüştüren yüce Allah'tır. Nitekim herşeyi tavsiye edip farz kılan ve bütün rızıkları insanlar arasında bölüştüren de O'dur. Düzen, şeriat ve kanunlar Allah'tan alınır. İnsanlar hayatlarının belli başlı konularında -mallarının, geride bıraktıklarının, zürriyetleri, çocukları arasında bölüştürülmesi gibi- Allah'a başvurmalıdırlar. İşte din budur. O halde hayatlarıyla ilgili tüm konularda sadece Allah'a başvurmadıkları sürece insanların dini yoktur. Bu işlerden herhangi biri için -büyük veya küçük diğer bir kaynağa başvurdukları sürece orada İslâm'dan söz edilemez. Orada şirk var, küfür var ve İslâm'ın köklerini insanların hayatından söküp atmak için geldiği cahiliye var.

Yüce Allah'ın tavsiye ettiği, farz kıldığı ve insanların hayatında hükmettiği herşey -bunlar arasında, mallarının ve geride bıraktıkları şeylerin zürriyetlerinin ve çocuklarının arasında bölüştürülmesi gibi en özel işlerine ilişkin hükümler de olmak üzere- kendi kendilerine paylaştıklarından ve zürriyetleri için seçtiklerinden daha iyi ve daha yararlıdır. İnsanların, "Biz kendimiz seçeriz ve bizim yararımıza olanı en iyi biz biliriz" demeye hakları yoktur. Çünkü bu -batıldan da öte- küstahlıktır, büyüklenmedir, Allah'a karşı bilgiçlik taslamadır. Küstah cahillerden başkasının yeltenemeyeceği boş bir iddiadır.

Avfi İbn-i Abbas'tan (Allah O'ndan razı olsun) rivayet ediyor: "Mirasınızın bölüştürülmesi sırasında Allah size erkeklere, kızlarınkinin (kadınların) iki katı kadar pay vermenizi emreder."

İçinde yüce Allah'ın erkek ve kız çocuğu ve anne-babanın miras bölüşmesindeki paylarını belirleyen hükümleri inince insanların -veya bazısının- hoşuna gitmedi. "Kadına dörtte bir veya sekizde bir veriliyor, kız çocuğa yarısı veriliyor ve küçük çocuklara da veriliyor. Oysa bunlardan hiçbiri düşmanla savaşamaz ve ganimet toplayamaz" demeye başladılar. Ardından "Bu konuyu hiç konuşmayın belki Resulullah unutur ya da biz söyleriz de değiştirir" dediler. Sonra da gidip "Ya Resulullah kız çocuğuna babasının mirasının yarısı veriliyor, oysa ne ata binebilir ne de düşmanla savaşabilir. Çocuğa da miras veriliyor. Oysa hiçbir işe yaramıyor" dediler. Cahiliyede böyle yapıyorlardı. Düşmanla savaşamayanlara mirastan hiçbir pay vermezlerdi. Savaşana da bol bol verirlerdi " ( İbn-i Ebu Hatem ve İbn-i Cerir rivayet etmiştir.)

Bu Allah'ın farz ettiği ve adaletle ve hikmetle paylaştırdığının karşısında bazı göğüslerde depreşen Arap cahiliyesinin mantığıdır. Allah'ın farzı ve paylaşması karşısında bugün bazı gönüllerde depreşen çağdaş cahiliyenin mantığı Arap cahiliyesinin mantığından az çok farklı olabilir. Çağdaş mantık şöyle diyor: Çocuklarımız arasında emek sarf etmeyen ve yorulmayanlara nasıl mal veririz? Bu mantık da böyle...Her ikisi de hikmeti kavrayamıyor, edepli davranamıyor. Bu yüzden ikisi de cehalet ve edepsizlikte birleşiyor.

"Erkeğe dişinin iki payı.."

Ölünün erkek ve kız çocuklarından başka varisleri yoksa bunlar, "kıza bir pay erkeğe de kızın iki payı verilir." Esasına göre tüm terekeyi alırlar.

Bu işte bir cinsin diğer cinse göre kayırılması gibi bir durum söz konusu değildir. Konu tamamen aile yapısında ve İslâm'ın toplumsal düzeninde erkek ve kadının yüklerinin arasında denge ve adaleti gözetmek amacına yöneliktir.

Çünkü erkek kadınla evlenirken onun ve ondan olan çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamayı da üstlenmektedir. Kadın ister onunla beraber olsun ister boşanmış olsun fark etmez. Kadına gelince ya kendi başına kalacaktır, ya da evlenmeden veya önce kendisine bakan bir erkek olacaktır. Hiçbir zaman ne kocasının ne de çocuklarının nafakasından sorumlu değildir. Erkek ise -en azından aile yapısında ve İslâm'ın toplumsal düzeninde kadının yükünü hafifletmekle yükümlüdür. Bu yüzden şu hikmet bölüşümde külfet ve nimet arasında bir uygunluk olduğu gibi adalet de görülmektedir. Bunun dışında bu paylaşımla ilgili söylenen sözler bir açıdan da Allah'a karşı edepsizliktir. Ayrıca toplumsal ve ailevi düzen içinde beraberinde hayatın dengede kalamayacağı bir sarsıntıdır.

Paylaşma, temelden furuu sayılanların varis olduklarının belirlenmesiyle başlıyor.

"Eğer ölenin ikiden çok kızı varsa mirasının üçte ikisi onlarındır."

Ölenin erkek çocuğu yoksa ve iki veya daha fazla kız çocuğu varsa mirasın üçte ikisi onlarındır. Bir kız çocuğu varsa o zaman da yarısı onundur. Sonra terekenin geri kalan kısmı yakın akrabalarına verilir. Baba, veya dede yahut öz kardeş veya babanın kardeşi, ya da amca veya usulun çocukları gibi.

Nass şöyle diyor: "Eğer ölenin ikiden çok kızı varsa mirasının üçte ikisi onlarındır." Bu da -ikiden fazla olmaları durumunda- kızlara üçte iki pay verileceğini gösteriyor. Sadece iki kızın mirastan alacakları üçte ikilik payın belirlenmesine gelince bu konuda Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) sünneti ve surenin sonundaki ayette zikredilen iki kız kardeşin durumuna yapılan kıyasla çözümlenmiştir.

Resulullah'ın sünnetine gelince Ebu Davud, Tirmizi ve İbn-i Mace Abdullah b. Ukeyl kanalı ile Cabir'den şöyle rivayet etmişlerdir: "Ya Resulullah şu ikisi Sa'd b. Rebi'nin kızlarıdır. Babaları Uhud günü seninle beraber iken şehid düştü. Amcaları onlara hiç şey bırakmadan tüm mallarını aldı. Malları olmadan da kimse onları nikahlamıyor" dedi. Cabir diyor ki: Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) buyurdu: "Yüce Allah bu konudaki hükmünü bildirecektir." dedi. Bunun üzerine miras ayeti nazil oldu. Resulullah amcalarına "Sa'dın kızlarına malın üçte ikisini, annelerine sekizde birini, vermesini gerisini de kendisine ayırmasını" haber verdi.

Bu Resulullah'ın iki kızın üçte ikilik paylarım vermesidir. Bu da gösteriyor ki, iki veya daha fazla kızların bu durumda paylarına üçte ikisi düşmektedir.

Bu paylaşmanın başka bir esası da vardır. Bu da iki kız kardeşten söz eden diğer ayette geçmektedir. "Eğer kız kardeş iki ise oğlan kardeşin bıraktığının üçte ikisini alırlar". Birinci kısımda iki kız çocuğuna üçte ikilik payın verilmesi iki kız kardeşe kıyasla yapılmıştır. Bu durumda bir kız çocuğu bir kız kardeşle eşit olduğu da ortaya çıkmış oluyor.

Çocukların paylarının belirlenmesinden sonra -şayet sağ iseler- anne-babanın değişik durumlardaki paylarının belirlenmesi geliyor. Çocukların varlığı veya yokluğu gibi.

"Eğer ölenin çocuğu varsa vasiyeti yerine getirildikten ve borcu ödendikten sonra..."

Anne-babanın mirasta değişik durumları vardır:

Birinci durum: Çocuklarla birleşmeleri ve her birine altıda bir payın verilmesi. Geriye kalanın erkek çocuğuna veya bir ya da daha fazla kız kardeşle birlikte erkek kardeşe verilmesi. Tabii ki erkeğe iki dişinin payı verilir. Ölünün bir kızdan başka çocuğu yoksa kız çocuğuna mirasın yarısı verilir. Anne-babanın her birine de altıda bir pay verilir. Baba bunu dışında (asabiyet) yakınlık itibarıyla altıda birlik bir pay daha alır. Bu şekilde farz ve (asabiyet) yakınlık birleştirilmiş olur. Ancak ölünün iki veya daha fazla kızı bulunursa bunlar mirasın üçte ikisini alırlar. Anne-babanın herbiri de altıda bir pay alır.

İkinci durum: Ölünün ne çocuğu, ne kardeşi, ne kocası ya da karısı bulunmazsa anne-baba tek başlarına mirası alırlar. Anneye üçte bir verilir. Baba ise (asabiyet) yakınlık hasebiyle geri kalanını alır. Bu şekilde annenin payına düşenin iki katını almış olur. Şayet anne-babayla beraber ölünün kocası veya karısı da bulunursa, koca mirasın yarısını alır, karısı ise dörtte birini alır. Anne de üçte birlik payını alır. (Bütün mirasın üçte birini mi yoksa koca veya karısının payını almasından sonraki kısmın üçte birini mi alır? Bu konuda fakihlerin görüşleri farklıdır? Geri kalan kısmının da payı anneninkinden az olmaması için asabiyet nedeniyle baba alır.

Üçüncü durum: Anne-babanın kardeşlerle beraber olmasıdır. Anne-babadan olmaları ya da bir babadan veya bir anneden olmaları fark etmez- Ancak bu kardeşler baba ile beraber bir şeye varis olamazlar. Çünkü baba onlardan önce gelir ve asabiyet bakımından erkek çocuktan sonra o gelir. Bununla beraber kardeşler, annenin üçte birlik payına engel olup bunu altıda bire çıkarırlar. Kardeşlerle beraber anneye sadece altıda bir pay verilir. Ölünün kocası ya da karısı yoksa geri kalan terekeyi baba alır. Ancak bir tek kardeş annenin üçte birlik pay almasına engel olmaz. Aynı şekilde ölünün çocuğu veya kardeşi yoksa birlikte üçte bir pay alırlar.

Ancak bütün bu paylaşmalar, ölünün vasiyeti yerine getirilip borcu ödendikten sonra söz konusu olabilir.

"Ana-babanız mı,yoksa evlatlarınız mı size daha yararlı olacaklarını bilemezsiniz.."

İbn-i Kesir tefsirinde "Selef ve Halef uleması borcun vasiyetten önce geldiğinde birleşmişlerdir" der. Borcun öncelikli olması anlaşılır bir meseledir. Çünkü bu,başkalarının hakkıyla ilgilidir. Bu yüzden borç verenin hakkını ödemek ve borçlunun zimmetini kaldırmak için mal bırakmışsa borçlunun malından borcunu ödemek zorundadır. İslâm, hayatı vicdan titizliği, uygulamalarda güvenirlilik ve toplumun atmosferinde huzur gibi temellere dayanması için borç zimmetinin kaldırılmasına büyük özen gösterir. Bu yüzden borcu borçlunun ölümünden sonra bile zimmetinden kurtulamadığı bir hak olarak boynunda bırakıyor.

Ebu Katade (Allah O'ndan razı olsun) şöyle dedi; Adamın biri "Ya Resulullah, şayet Allah yolunda öldürülürsem hatalarım affolunur mu?" dedi. Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) "Evet, şayet sen sabreder, sevabı Allah'tan bekler, ilerler ve kaçmayıp öldürülürsen affolunursun" buyurdu. Sonra adam "Nasıl dedin?" dedi. Resulullah da tekrar edip şöyle dedi "Evet ama borç hariç. Çünkü Cebrail bunu bana haber verdi " (Müslim, Malik, Tirmizi, Nesai)

Yine Ebu Katade'den şöyle rivayet edilir: "Nebi'ye (selâm üzerine olsun) namazını kılması için bir cenaze getirdiler. Resulullah "Arkadaşınızın namazını siz kılın. Çünkü borçludur" dedi. Dedim ki "Ya Resulullah, borcunu ben üzerime alıyorum", "Ödeyecek misin?" dedi. "Evet ödeyeceğim" dedim. Bunun üzerine namazını kıldı."

Vasiyyet ise ölünün isteğine bağlıdır. Bazı varislerin bazısına engel olduğu bazı durumları telafi etmek için vasiyet etmiş olabilirler. Ya da onlarla varisler arasındaki ilişkileri güçlendirmek ve daha gelişme göstermeden kıskançlık, kin ve çekişme nedenlerini ortadan kaldırmak gibi aile için yararlı şeyler de düşünülmüş olabilir. Varis olan için vasiyet edilmez. Bu da, miras bırakanın varisleri bu haktan yoksun bırakmaması için bir güvencedir.

"Ana-babanızın mı, yoksa evlatlarınızın mı size daha hayırlı olacaklarını bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından belirlenmiş miras paylarıdır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."

Birinci dokunuş, bu farizalar karşısında ruhları temizlemek amacına yönelik Kur'anî bir ayırmadır. Kimi insanların babalık şefkatleri oğullarını babalarına tercih etmeye yöneltebilir. Çünkü oğullar karşısındaki fıtri zaaf daha büyüktür. Bazılarında bu zaaf, terbiye ve ahlâk duygularına yenilir ve babalarını tercih etmeye yönelirler. Kimisi de fıtri zaaf ve terbiye duygusu arasında kararsız ve şaşkın bir durumda kalır. Nitekim, daha önce, veraset hükmünün nazil olduğunda bazılarının durumuna işaret ettiğimiz gibi çevrede geleneksel mantığıyla belli yönlere sevk edebilir. Bu yüzden yüce Allah, bütün gönüllere huzur, hoşnutluk, emrine ve farz kıldıklarına teslimiyet duygularını yerleştirmek istemiştir. Bunu da, herşeyi yüce Allah'ın bildiğini ve kendilerininse hangi akrabanın yarar bakımından daha yakın olduğunu ve iyilik bakımından hangi bölüşmenin iyi olduğunu bilmediklerini belirtmekle sağlıyor.

"Ana-babanızın mı, yoksa evlatlarınızın mı size daha yararlı olacaklarını bilemezsiniz."

İkinci dokunuş, sorunun temelini belirlemek içindir. Buna göre sorun, heva ve yakın menfaat sorunu değildir. Din ve şeriat sorunudur.

"Bunlar Allah tarafından belirlenmiş miras paylarıdır."

Babaları ve oğulları yaratan Allah'tır. Malları ve rızıkları veren O'dur. Farz kılan ve bölüştüren O'dur. Kanunları da O koyar. İnsanlar kendi kendilerine kanun koyamazlar. Hevalarına göre hükmedemezler. Üstelik onlar yararlarının nerede olduğunu da bilemezler.

"Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."

Akıştaki üçüncü dokunuş, kalplere yüce Allah'ın insanlar için hükmettiğinin -nitekim bu esastan başkasına başvurmaları söz konusu olamaz- Bir ilim ve hikmete dayandığına, bu yüzden kendileri için daha yararlı olduğunu hissettirmektedir. Allah hükmeder, çünkü O bilir -onlarsa bilmezler- Allah farz kılar çünkü 0 hikmet sahibidir. Onlarsa hevalarına tabi olurlar.

Bu değerlendirmeler, işi temel eksenine döndürmek için daha miras hükümleri bitmeden bu şekilde aralarda yer almaktadır. Bu, sorunun itikadi eksenidir. Ve bu, Allah'ın hükmüyle hükmolunmak, farzları O'ndan almak ve O'nun hükmünden hoşnut olmak anlamına gelen "Din"i açıklayıcı bir eksendir.

"Bunlar Allah tarafından belirlenmiş miras paylarıdır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."

Ardından bu farzlardan geri kalanların açıklanmasına geçiliyor.



12- Geride çocuk bırakmaksızın ölen eşlerinizin vasiyetleri yerine getirildikten ve borçları ödendikten sonra artakalacak miraslarının yarısı size düşer. Eğer ölen eşlerinizin çocukları varsa miraslarının dörtte biri sizin olur.

Eğer siz, geride çocuk bırakmaksızın ölürseniz, vasiyetiniz yerine getirildikten ve borcunuz ödendikten sonra artakalacak mirasınızın dörtte biri eşinize düşer. Eğer çocuğunuz varsa eşinizin mirasınızdaki payı sekizde birdir.

Eğer bir erkek ya da kadın geride ne ana-baba ve ne de çocuk bırakmaksızın ölür (kelâle) de erkek ya da kız kardeşi bulunursa vasiyeti yerine getirildikten ve borcu ödendikten sonra artakalacak mirasının altıda birlik bölümü kardeşlerine düşer. Eğer kardeşlerinin sayısı ikiden fazla ise mirasının üçte biri, hiç birine haksızlık yapılmaksızın kardeşlerine bölüştürülür.

Bu hükümler size Allah tarafından emredilmiştir. Allah herşeyi bilir ve kullarına karşı yumuşaktır.

Hükümler son derece açık ve incedir. Karısı öldüğünde -erkek ya da kız çocuğu da yoksa, mirasın yarısını alır. Ancak -erkek veya kız, bir veya daha fazla çocuğu varsa koca mirasın dörtte birini alır. Karım oğullarının çocukların kendi çocukları gibi kocanın payını yarıdan dörtte bire düşürürler. Başka kocadan olan çocukları da kocanın mirasından yarısını almasına engel teşkil ederler böylece payını dörtte bire düşürürler. Daha önce değişildiği gibi mirasın bölüşümü borcun, sonra da vasiyyetin yerine getirilmesinden sonradır.

Koca ölürse -ondan çocukları da yoksa- karısı mirasın dörtte birini alır. Şayet -erkek veya kız, bir veya daha fazla, ondan veya başkasından aynı şekilde aynı sulpten gelen- çocukları varsa bunlar karının dörtte birlik payını sekizden bire düşürürler. Borcu ödemek sonra da vasiyyeti yerine getirmek mirasta her zaman varislerden önce gelir.

İki, üç ve dört karı bir karı gibidirler. Dörtte bir veya sekizde birlik payda ortaktırlar.

İkinci ayette yer alan son hüküm Kelale (baba ve çocuğu bulunmayan)'nin mirasıyla ilgilidir.

"Eğer bir erkek ya da kadın geride ne ana-baba ve ne de çocuk bırakmaksızın ölür (kelâle) de erkek ya da kız kardeşi bulunursa vasiyyeti altıda bir bölümü kardeşlerine düşer. Eğer kardeşlerinin sayısı ikiden fazla ise mirasın üçte biri..."

"Kelale"den kastedilen, ölüye -usul veya furu olmayıp- bunlar gibi bir bağı olmayan ve zayıf bir bağla akraba olan varislerdir. Hz. Ebu Bekir'den (Allah O'ndan razı olsun) "kelale"den sorulmuş o da şöyle cevap vermişti: "Bu konuda kendi görüşümü söylüyorum. Doğruysa Allah'tandır. Yanlışsa benden ve şeytandandır. Allah ve Resulü bundan uzaktırlar.`Kelale' çocuğu ve babası bulunmayan kişidir." Hz. Ömer (Allah O'ndan razı olsun) idarede bulunduğu zaman "Ben Ebu Bekir'in görüşüne muhalefet etmekten haya ederim" demişti. (İbn-i Cerir ve diğerleri Şa'bi'den rivayet ederler)

İbn-i Kesir tefsirinde "İbn-i Mes'ud ve Ali böyle dedi. İbn-i Abbas ve Zeyd b. Sabit'den birden fazla kişi tarafından doğrulanmıştır. Şa'bi, Nehai, Hasan, Katade, Cabir b. Zeyd ve (el-Hakem) bu görüştedirler. Medineliler Kufe ve Basralılar bu görüşü kabul ediyorlar. Yedi Fakih, dört imam, Selef ve Halefin çoğu hatta tümü bu görüştedir. Bu görüş üzerinde birden fazla icma nakledilir" der.

"Eğer bir erkek ya da kadın geride ne ana-baba ve ne de çocuk bırakmaksızın ölür (kelâle) de erkek ya da kız kardeş bulunursa vasiyyeti yerine getirildikten ve borcu ödendikten sonra artakalacak mirasın altıda birlik bölümü kardeşlerine düşer. Eğer kardeşlerinin sayısı ikiden fazla ise mirasın üçte biri..."

Ölünün -aynı anneden- bir erkek bir de kız kardeşi olursa, bunlar da ayrı babalardan veya bir babadan olurlarsa, surenin son ayetinde belirtilen "Erkeğe İki dişinin payı kadar" kuralı uyarınca mirası alırlar. İster erkek, İster kız olsunlar altıda birlik payları yoktur. Bu hüküm anneleri bir kardeşleri içindir. Çünkü onlar erkek ya da kız altıda bir payı farz olarak alıyorlar, asabiyet yoluyla değil. Asabiyet, farz kılınanlardan sonra mirasın tümünü veya artan kısmını almaktır.

Sayıları ve cinsleri ne olursa olsun. Benimsenen görüşe göre hepsi de eşit olarak mirastan üçte bir pay alırlar. Ancak bu üçte birlik paydan "erkeğe iki dişinin payı kadar" kuralınca yararlanırlar görüşü de mevcuttur. Ancak birincisi daha açıktır. Çünkü bu bizzat ayetin erkek ve dişiyi eşitlediği ilkeye daha uygundur. "Onlardan her birisi için altıda bir pay vardır."

Anneleri bir olan kardeşlerin durumu -bu yüzden- geri kalan varislere karşı değişiklik arz eder.

Birincisi, erkekleri ve dişileri mirasta eşittirler.

İkincisi, ölü ve kelâle (çocuğu ve babası bulunmayan) almadığı sürece, onlar varis olamazlar. Baba, dede, çocuk ve çocuğun çocuğu ile beraber varis olamazlar.

Üçüncüsü, erkek ve dişileri ne kadar çok olsa bile bunların mirastaki payı üçte birin üzerine çıkmaz.

"Eğer kardeşlerinin sayısı ikiden fazla ise mirasının üçte biri hiçbirine haksızlık yapılmaksızın kardeşlerine bölüştürülür."

Burada adalet ve iyiliğe dayanması için vasiyyetin varislere zarar vermesinden sakındırma yer almaktadır. Bununla beraber borç vasiyyetten önceliklidir. Her ikisi de daha önce dediğimiz gibi varislerden önce gelir.

Sonra -birinci ayette olduğu gibi- ikinci ayette de bir sonuca bağlama yer almaktadır

"Bu hükümler size Allah tarafından emredilmiştir. Allah herşeyi bilir ve kullarına karşı yumuşaktır."

Bu sonucun tekrarlanması güçlendirmek ve iyice yerleştirmek amacına yöneliktir. Bu farizalar, "Allah'tan birer vasiyyettir". Ondan kaynaklanmaktadırlar. Ve sonuçta ona döneceklerdir. Hevadan kaynaklanmadıkları gibi hevaya da uymazlar. Bir bilgiden kaynaklanmışlardır. Bunlara uymak zorunludur. Çünkü, kanun koyma ve rızıkları dağıtma hakkına tek başına sahip bir kaynaktan gelmişlerdir. Bunları kabul etmek gerekir, çünkü gerçek ve doğru bilgiye tek başına sahip bir kaynaktan doğmaktadırlar.

ALLAH'IN HUDUDU

İslâm inancının temel ilkenin üst üste pekiştirildiğini, ısrarla vurgulandığını görüyoruz. Emirleri ve yasaları sırf yüce Allah'tan alma ilkesinin yani. Bunun tersi küfürdür, yüce Allah'a baş kaldırmaktır, bu dinin çerçevesi dışına çıkmaktır.

İşte miras paylarına, miras buyruklarına ilişkin bir uyarı niteliğini taşıyan ve bu payları, bu buyrukları "Allah'ın sınırları" diye tanımlayan şu iki ayet, bu temel ilkeyi zihinlere işlemeyi amaçlıyor. Okuyalım:

13- Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse Allah onları içinde ebedi olarak kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetlere yerleştirir. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.

14- Buna karşılık kim Allah'a ve Peygamber'e karşı gelir, O'nun çizdiği sınırları aşarsa Allah onu, içinde ebedi olarak kalmak üzere Cehennem'e atar. Onun için onur kırıcı bir azap vardır.

Yüce Allah'ın bilgisi ve hikmeti uyarınca ortaya koyduğu gerek ailenin iç ilişkilerini ve gerekse toplumun ekonomik ve sosyal ilişkilerini düzenlemek için önerdiği bu yasalar, bu hükümler "Allah'ın sınırları"dırlar. Bu ilişkilerde son çözüm yolu olsunlar, miras bölüşümünün bağlayıcı kararlarını oluştursunlar diye yüce Allah tarafından belirlenmiş sınırlardır.

Bu konuda yüce Allah'a ve Peygamberimize uymanın zorunlu sonucu "İçinde sürekli kalınacak olan Cennet" ile "Büyük kurtuluş, büyük başarı"dır. Buna karşılık bu sınırları çiğneyerek yüce Allah'a karşı gelmenin zorunlu sonucu da "İçinde sürekli kalınacak Cehennem" ile "Onur kırıcı, utandırıcı azap"tır.

Niçin? Evet, niçin miras hukuku gibi alanı sınırlı bir yasal düzenlemede, hatta bu hukukun ayrıntılı bir hükmünde, ayetin deyimi ile "Allah'ın sınırlarının" belirli bir çizgisindeki itaatin ya da karşı gelmenin zorunlu sonuçları bu kadar ağır, bu kadar dramatik oluyor?

Meselenin içyüzünü, derine inen kökünü bilmeyenlere bu zorunlu sonuçlar, karşılıkları olan eylemlerden ve davranışlardan daha ağır gelebilir.

Bu meseleyi bu surenin ileride okuyacağımız birçok ayeti açıklıyor. Surenin ana hatlarını tanıtan giriş bölümünde bu ayetlere değinmiştik. Bu ayetler dinin anlamını, imanın şartını ve İslâm'ın tanımını açıklayan ayetlerdir. Fakat miras ayetlerinin arkasından gelen, uyarı amaçlı bu iki önemli ayetten söz etmişken bu meseleye şimdiden kısaca değinebiliriz. Şöyle ki:

Gerek bu dinin -yani İslâm dininin- ve gerekse tarihin şafağından itibaren insanlığa gelmeye başlayan bütün peygamberlerin getirdikleri ilahi dinlerin açısından temel şudur: İlahlık yetkisi kimindir? Şu insanların Rabbi olma yetkisi kime aittir?

Bu sorunun iki zıt, iki alternatif cevabı vardır. Bu dinle ilgili herşey, tüm insanlar ile ilgili herşey bu iki cevaba dayanır, bu iki cevabın bağlayıcı sonucu olarak ortaya çıkar.

Evet, ilahlık yetkisi kimindir, Rabb olma yetkisi kime aittir?

Cevaplardan birincisine göre bu yetki sırf yüce Allah'a aittir, yaratıklardan hiçbirinin bu yetkide zerre kadar payı yoktur. İşte bu İslâm'dır, işte bu imandır, işte bu dindir.

İkinci cevaba göre bu yetki yüce Allah ile bazı yaratıkları arasında ortaktır, ya da bütünüyle bazı yaratıkların tekelindedir. Bu ise ya şirktir, Allah'a ortak koşmaktır, ya da açık küfürdür.

Ya ilahlığın ve Rabblığın sırf yüce Allah'ın tekelinde olduğuna inanılır. Bu inanç kulların sırf Allah'a bağlanmaları, tek olarak Allah'a kul olmaları, tek Allah'a itaat etmeleri, ortağı olmayan tek Allah'ın hayat sistemine uymaları anlamına gelir. Bu durumda İnsanların hayat sistemini tek başına yüce Allah belirleyecek, insanların uygulayacakları temel yasaları tek başına yüce Allah koyacak; insanların değer yargılarını, hayat pratiklerini ve sosyal kurumlarını yine tek başına yüce Allah dikta edecektir. Yüce Allah'ın dışında hiçbir kişinin ya da hiçbir grubun bu yetkide payı yoktur. İnsanların bu alanda getirecekleri yasal düzenlemeler, mutlaka yüce Allah'ın temel yasalarına dayalı olmak zorundadır. Çünkü bu yetki ilahlığın, Rabblığın gereğidir; onun kendine has niteliklerinin bariz ve dolaysız göstergesidir.

Ya da bu yetki yüce Allah'ın yarattıklarından birine yakıştırılacak, söz konusu yetkinin bu yaratık tarafından ya yüce Allah ile ortak biçimde ya da tek başına kullanıldığına inanılacaktır. Bu ise insanların yüce Allah'tan başkasına bağlanmaları, yüce Allah'tan başkasına kul olmaları ve yüce Allah'tan başkasına itaat etmeleri demektir. Bu da yüce Allah'ın kitabına, yüce Allah'ın otoritesine dayanmayan, başka ilham kaynaklarına dayanan ve yetkilerini bu "başka" ilham kaynaklarından alan birtakım insanlar tarafından ortaya konmuş sistemlere, düzenlere, hukuki düzenlemelere ve değer yargılarına uyma biçiminde ortaya çıkar. Bundan dolayı bu durumda ortada ne din, ne iman ve ne de İslâm vardır. Ortada olan şey kâfirliktir, fasıklıktır, müşrikliktir, yüce Allah'a baş kaldırmadır.

İşte "mesele" bütün gerçekliği ve yalınlığı ile budur. Bundan dolayı yüce Allah'ın sınırlarını birtek meselede çiğnemek ile O'nun şeriatına karşı baş kaldırmak arasında fark gözetilmemektedir. Çünkü bu açıdan bakınca o bir tek mesele de dindir, şeriatın tümü de dindir. Önemli olan insanların yaşama tarzları konusunda hangi ilkeye dayandıklarıdır. Acaba bu temel ilke ilahlık ve Rabblık yetkisine -bütün karakteristik nitelikleri ile- sırf yüce Allah'ın tekeline mi dayandırmaktadır. Yoksa ya bu yetki yüce Allah ile bazı kulları arasında bölüştürülmekte ya da sırf o kullara tanınarak kulun kula kulluğuna mı inanılmaktadır. Önemli olan bu ilkelerden hangisinin benimsendiğidir. Yoksa insanların bu dinden olduklarını iddia etmeleri, hayatlarının pratik uygulamaları ile değil de sırf dilleri ile müslüman olduklarını ileri sürmeleri değildir!

Miras paylarının yasal mirasçılara bölüştürülmesi konusunda bir yandan Allah'a ve Peygamberimize itaat etmekle altlarından ırmaklar akan ve içlerinde sürekli kalınacak Cennetler arasında ve bir yandan da Allah'a ve Peygamberimize karşı gelmekle süresiz ve onur kırıcı Cehennem azabı arasında ilişki kuran yukardaki iki uyarı amaçlı ayet, işte bu büyük gerçeğe işaret ediyor.

Yine bu büyük gerçek bu suredeki diğer birçok ayetin ana fikrini oluşturmakta, bu ayetlerde tartışmaya, zorlamalı yorumlara açık kapı bırakmadan, açık ve kesin bir ifade ile dile getirilmektedir.

Ayrıca bu gerçeği yeryüzünde kendini müslüman sayan herkesin son derece belirgin bir şekilde kavraması gerekir. Böylece herkes müslümanlık nerede kendisi nerede; bu din nerede, yaşama tarzı nerededir bunu açıkca görmelidir.

Şimdi burada İslâm'ın mïras sistemi konusunda birkaç kısa söz söylememiz gerekir. Bu söyleyeceklerimizi "Erkekler kazançlarından pay aldıkları gibi kadınlar da kazançlarından pay alırlar" ilkesi ile "Allah size erkeklere, kadınlarınkinin iki katı kadar pay vermenizi emreder" ilkesini ortaya koyarken söylediklerïmize eklemek gerekir.

Bu miras sistemi hem insan fıtratının ve hem de bütün yönleri ile aile düzeninin ve insanlık hayatının gerçekleri ile uyumlu bir sistemdir. Eğer biz bu sistemi, gerek eski ve gerekse modern cahiliye dönemlerinde ve dünyanın herhangi bir yerinde uygulanan miras sistemi ile karşılaştırırsak bu gerçeği açıkça görürüz.

Bu sistem aile-içi sosyal dayanışmayı tam anlamı ile göz önüne alır. Bunun sonucu olarak miras paylarını, ailedeki herkesin bu sosyal dayanışmadaki sorumluluk payına göre dağıtır. Meselâ ölenin ana-babası gibi miras payları belli yakınlardan sonra yakın akrabalara (asabe) öncelik tanınıyor. Çünkü bu yakın akrabalar, adamın geçim yükünü üstlenme konusunda da öncelikle sorumlu oldukları gibi eğer bir adam öldürme olayı meydana gelirse onun adına Diyeti ve diğer para cezalarını ödeyecek olanlar da onlardır. Demek oluyor ki, bu sistem kendi içinde bütünlük yansıtan, uyumlu bir sistemdir

Bu sistem insanlık ailesinin bir tek kişiden türeyip oluştuğu ilkesini de göz önünde tutar. Bunun sonucu olarak kadını ve çocuğu, sırf kadın ve çocuk oldukları için mirastan mahrum etmez. Çünkü bu sistem -biraz önce değindiğimiz gibi- pratik yararları göz önünde tuttuğu gibi insanlığın bir kişide birleştiği ilkesini de göz önünde bulundurur. Bu ilkeye bağlı olarak insanlar arasında cinsiyet farkı gözetmez, yalnız aile-içi ve sosyal dayanışmadaki yükümlülük paylarının gerektirdiği farklılıkları hesaba katar.

Bu sistem genel anlamda hayat olgusunun karakterini ve özel anlamda insan fıtratının yapısını göz önüne alarak miras bölüşümünde genç kuşağa öncelik tanır, onu yaşlı kuşağın ve diğer akrabaların önüne çıkarır. Çünkü genç kuşak, devamlılığın ve türü korumanın canlı aracıdır. Bundan dolayı canlılık ve hayat olgusunun bakış açısı ile önem önceliği hakkına sahiptir. Bununla birlikte bu sistem, ne yaşlı kuşağı ve ne de diğer yakın akrabaları mirastan mahrum tutmuş değildir. Tersine fıtratın köklü mantığı uyarınca bunların her birine pay ayırmıştır.

Genel olarak bütün canlılar, özellikle insanlar soyları ile ilişkilerinin kopmamasını, yeni kuşakların varlığında, devamlılık kazanmayı arzu ederler. Bu sistem, bu içgüdünün istekleri ile atbaşı yürür. Bir ömür boyu elemeğinden arttırabildiklerini biriktiren insanoğlunu, soyunun bir birikimden yoksun kalmayacağı, öldüğünde bu mal birikiminin ailesine miras olarak kalacağı güvencesi ile tatmin eder. Bu güvence insanoğlunu daha çok çalışmaya sevk eder. Bu şevkle birkaç katına çıkabilecek olan alın teri ürünlerinden aslında bütün toplum yararlanmış olur. Üstelik bu sistemin önerdiği yaygın, sağlıklı ve somut sosyal dayanışma ilkesi zedelenmez.

Son olarak bu miras sistemi servetin her genç kuşakla yeniden bölüşülmesini, kuşaktan kuşağa dağıtıma uğramasını sağlar. Böylece servetlerin sürekli çoğalarak belirli ellerin tekeline girmesi önlenmiş olur. Oysa mirasın sadece erkek çocuğa ya da çok sınırlı aile fertlerine geçmesini öngören sistemler, sözünü ettiğimiz servet tekelciliğini hızlandırmış olurlar. Bu açıdan bakınca İslâm'ın miras sistemi, ekonomik düzenin yeniden yapılanmasında, zorlamacı devlet müdahalesine gerek kalmadan bu düzenin dengeye kavuşturulması hususunda etkin ve sürekli bir araç rolü oynar. Oysa özü bakımından cimri ve mal tutkunu olan insan tabiatı, sözünü ettiğimiz zorlamacı devlet müdahalesinden hoşlanmaz. Oysa bu sürekli servet bölüşümü, sık sık yenilenen bu mal dağılımı insan nefsini rahatsız etmeden, onun direnci ile karşılaşmadan gerçekleşir. Çünkü bu operasyon onun fıtratı ile, onun cimriliği ile, onun mal tutkunluğu ile uyumlu bir nitelik taşır. İşte insan nefsine ilişkin yüce Allah'ın şeriatı ile insan yapısı yasal düzenlemeler arasındaki temel fark budur!

[ Next Thread | Previous Thread | Next Message | Previous Message ]


Replies:


Post a message:
This forum requires an account to post.
[ Create Account ]
[ Login ]
[ Contact Forum Admin ]


Forum timezone: GMT-8
VF Version: 3.00b, ConfDB:
Before posting please read our privacy policy.
VoyForums(tm) is a Free Service from Voyager Info-Systems.
Copyright © 1998-2019 Voyager Info-Systems. All Rights Reserved.