VoyForums
[ Show ]
Support VoyForums
[ Shrink ]
VoyForums Announcement: Programming and providing support for this service has been a labor of love since 1997. We are one of the few services online who values our users' privacy, and have never sold your information. We have even fought hard to defend your privacy in legal cases; however, we've done it with almost no financial support -- paying out of pocket to continue providing the service. Due to the issues imposed on us by advertisers, we also stopped hosting most ads on the forums many years ago. We hope you appreciate our efforts.

Show your support by donating any amount. (Note: We are still technically a for-profit company, so your contribution is not tax-deductible.) PayPal Acct: Feedback:

Donate to VoyForums (PayPal):

Login ] [ Contact Forum Admin ] [ Main index ] [ Post a new message ] [ Search | Check update time | Archives: 1 ]


[ Next Thread | Previous Thread | Next Message | Previous Message ]

Date Posted: 02:43:54 03/09/03 Sun
Author: Vesselam
Subject: Miras konusunda farklı bir bakış açısı (Prof.Dr.Mehmet Erdoğan)
In reply to: Vesselam 's message, "Yandık" on 06:21:32 02/26/03 Wed

sn. Hakan bey

aklınıza takılan soruya, uzmanımız sn. Mehmet Erdoğan şu açıklamayı
getirmiştir, dikkatinize sunar, teşekkür ederiz...


KUR’AN’DA MİRAS DAĞITIM HATA(!)SI

SORU: Benim aklıma miras konusu takıldı. Kur'ân’da hatalı
olduğu
söyleniliyor:Lütfen cevaplayın:
Nisa 4/176. “Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası
ve çocuğu
olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu
olmayan bir kimse ölür de onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının
yarısı bunundur. Kız kardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona
vâris
olur. Kız kardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının
üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut
ise
erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size
açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.”
Varsayalım ki, bir adam öldü ve geride üç kız evlat, bir ana, bir
baba ve
eşini bıraktı.. Yukarıdaki ayetlere göre miras paylaşımı şöyle
olacaktır:
Üç kız evlada mirasın 2/3'ü, ana ve babanın her birine 1/6, karısına
1/8
kalacaktır. Bu durumda, matematik yapalım: (2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8)=
27/24
= 1,125 bulunur! (1,0 olması gerekirdi!..) Yani, miras paylaşıldığı
zaman
her bir mirasçının aldığının toplamı, mirastan fazla çıkmaktadır!..
Allah,
miras paylaşımında böyle büyük bir hesap hatası yapamayacağına göre,
ayet
Allah'a ait olamaz, Muhammed'e aittir..Hesap bilmeyen Muhammed'e..
Bir diğer örnek verelim: Bir adam ölür ve geride anası, karısı, ve
iki kız
kardeş kalır. Kuran'ın yukarıda verilen ilgili miras ayetlerine göre;
anaya mirasın 1/3'ü, karısına mirasın 1/4 'ü, iki kız kardeşe de
toplam
2/3'ü kalacaktır: Hesap yapalım: (1/3)+(1/4)+(2/3)= 15/12= 1,25 !..
Burada
da, miras paylaşılıyor, paylar toplanınca, mirastan daha büyük, %25
daha
büyük çıkıyor!.."

MİRAS PAYLARI, AVL VE RED

İslam hukukunda bir mirasın taksiminde, belirli hisse sahiplerinin
terekeden alacakları pay miktarı hesaplanırken, payların toplamının
ortak
paydadan fazla çıktığı olur. Böyle bir durumda belirli pay
sahiplerinin
hisselerinde herhangi bir değişikliğe gidilmediği takdirde varislerden
bazılarının mirastan mahrum kalması ya da payının azaltılması söz
konusu
olur. Oysa Ashabu’l-ferâiz adı verilen ve payları oran olarak
belirlenmiş olanların hisselerinin azaltılması ya da tümden mahrum
bırakılması caiz olmaz. Mesela ölen bir adamın anası ile babası,
karısı ve
iki veya daha fazla kız çocuğu varsa, kızlar 2/3 (16/24), baba 1/6
(4/24),
ana 1/6 (4/24), zevce 1/8 (3/24) hisseye hak kazanmış olurlar.
Bunların
toplamı da 27/24 eder. Böyle bir durumda hisselerden orantılı bir
indirim
yapmak zarurîdir. Bunun pratik yolu da payların toplamını ortak payda
yapmaktır. İşte bu işleme “avl” denilir, bu tür miras
melelerine de “avliyye” veya “âile
(el-farîdatü’l-âile)” adı verilir. Bu durum, ortak
paydanın
sadece altı, on iki veya yirmi dört olması hallerinde söz konusu
olabilir;
iki, üç, dört veya sekiz olması hallerinde olmaz.
Bu durum ilk kez Hz. Ömer zamanında ortaya çıkmış ve Hz.
Abbas’ın
teklifi üzerine bu usul benimsenmiştir. Hz. Ömer’in vefatından
sonra İbn Abbâs, sahabenin ittifak ettiği bu usule karşı çıkarak ,
ashabu’l-ferâiz’den bazılarının diğerlerine tercih
edilmesi
gerektiği görüşünü savunmuştur. Ona göre avl durumunda, kız, oğulun
kızı,
ana baba bir veya baba bir kız kardeş gibi asabelik durumunda, muayyen
hisseleri gayri muayyen hale dönüşen mirasçıların payları azaltılır,
diğerlerinin paylarında azaltma yapılmaz.
Dört sünnî mezhep ile İbâzıyye ve Şî’a’dan Zeydiyye, avl
konusunda Hz. Ömer’in uygulamasını esas alırken İbn Hazm ve
Şi’a’dan Caferiyye İbn Abbas’ın görüşünü
benimsemiştir
(bk. DİA, avl, IV, 117, Mebsût, XXIX, 160, Örnekler ve uygulama için
bk.
Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul 1978, I, 414
vd.)
Tam tersi durum da olabilir. Yani belirli pay sahiplerine payları
dağıtıldıktan sonra terekede hâlâ fazla bir miktar kalmış olabilir. Bu
durumda belirli pay sahipleri paylarını aldıktan sonra, arta kalanı
yeniden pay sahiplerine payları oranında dağıtmak bir yol olarak
benimsenir. Bu duruma ise “red” adı verilir. Mirasçılar
arasında paylar dağıtıldıktan sonra geri kalan malın tümünü alan
asabeden
biri olması halinde bu durum meydana gelmez.
Red durumu da Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında ortaya çıkmamıştır. Bu
yüzden avl’de olduğu gibi red meselesinin çözümü de içtihada
dayalı
olarak gerçekleştirilmiştir.
Hz. Osman’a göre karı ve koca dahil olmak üzere bütün ashab-ı
feraiz red yoluyla da vâris olurlar.
Zeyd b. Sâbit’e göre farz sahiplerine red yoluyla miras
verilmez.
Yüce Allah onların ne kadar alacağını tayin ve tespit buyurmuştur.
Ayrıca
red yoluyla da varis olurlarsa hisseleri artırılmış olur ki bu caiz
değildir. Arta kalan daha sonra gelen mirasçı akrabalara verilir.
Onlar da
yoksa hazineye intikal eder. İmam Mâlik, Şâfiî ve Zührî bu görüşü
benimsemişlerdir.
Hz. Ali, sahabe ve tabiînin çoğunluğu, bu arada İmam Ebu Hanife ve
Ahmed
b. Hanbel’e göre karı koca dışında kalan farz sahipleri red
yoluyla
da vâris olurlar.
Mesela bir kişi ölse de geride bir kız ile ana kalsa, kız 1/2 (3/6)
ana
ise 1/6 (1/6) alacaktır. Toplam, 4/6 edecektir. Mesele red yoluyla
3/4 ve
1/4 şeklinde halledilecektir. Burada görüldüğü gibi paylar aynı oranda
büyümektedir.
Uygulama ve örnekler için bk. Mebsût, XXIX, 192 vd., Karaman, age,
I, 409
vd.)

Hâs lâfızlar ve miras payları:

“Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, kadının payının iki
misli
(miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler,
ölünün
bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı
onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her birinin altıda bir
hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana babası ona varis olmuş ise
anasına
üçte bir (düşer) Eğer ölenin kardeşleri varsa anasına altıda bir
(düşer)…” (Nisâ 4/11-12)
Yukarıya aldığımız Nisâ 4/11-12 âyetlerinde, keza soruda verilen Nisâ
4/176 (Kelâle) âyetinde mirasçılar ve payları belirlenmiştir. Bunlar,
yarım, üçte bir, dörtte bir, altıda bir, sekizde bir gibi oransal ve
rakamsal beyanlardır.
Usul kitaplarımız “hâs” bahsini işlerken özetle şu bilgiyi
verir: “Hâs, başlı başına tek bir mana ifade etmek üzere vaz
edilmiş lâfızlardır. Ahmet, Mehmet gibi özel isimler, insan gibi bir
cinsi
ifade etmek üzere konulmuş isimler, erkek, kadın gibi tür isimleri,
bilgi,
cehalet gibi soyut kavramları ifade için konulmuş isimler… hâs
lâfızlara verilebilecek örneklerdir. Üç, on, yirmi, yüz gibi sayılar
da
hâs lâfızlardan olmaktadır…. Bu tür lâfızlar, konulmuş olduğu
manaya
kesin bir biçimde delâlet ederler, bizatihi delilden doğabilecek
herhangi
bir ihtimal içermezler. Dolayısıyla da o lafzın medlulü için , hâssın
delalet ettiği hüküm kesin bir tarzda, zanna mahal olmaksızın sabit
olur.
Meselâ hac keffâretiyle ilgili âyette hac esnasında “üç gün
oruç
tutmak”tan söz edilmektedir (Bakara 2/196). Buradan çıkacak
hüküm
“üç gün oruç tutmanın vücubu” olacaktır. Çünkü üç lafzı,
hâs
bir lâfızdır, ifade ettiği manaya delaleti katîdir, bu itibarla üç
güne
ilave veya eksiltme söz konusu olamaz, tam üç gün tutulması icab eder.
Kur'ân’da yer alan ve mirasçıların paylarını belirleyen bütün
lâfızlar da aynı şekilde hâs lafızlardır, bu itibarla eksik ya da
noksan
olmaksızın manaya delaletleri katî olacaktır. (Özetle, Zeydan,
el-Vecîz,
İstanbul 1979, s. 228 vd.)
Yukarıda kısaca bilgi verdiğimiz avl ve red uygulamaları Hz. Peygamber
(s.a.v.) döneminde vuku bulmamış, dolayısıyla müslümanlar açısından
yeni
meselelerdir. Bu sorunla karşılaştığı zaman sahabe ne yapmış ve işin
içinden nasıl çıkmıştır? Sorun karşısındaki tavırları ne olmuştur?
Sorun,
nasıl sonuç verecek bir şekilde aşılmıştır?
Yukarıda haklarında kısaca bilgi verdiğimiz avl ve red uygulamalarına
bakıldığında her ikisinde de benzer şekilde bizzat Allah tarafından
belirlenmiş olan üçte iki, altıda bir gibi payların azaltıldığı ya da
artırıldığı görülmektedir. Usulcülerimiz bu tür lâfızların hâs
olmaları
itibariyle delaletlerinin medlûlüne tam olması -ne eksik ne fazla-
gerektiğini söylemişlerdir. Vakıa normal şartlarda miras konusunda
uygulamada buna riayet edilmediği bir durumu bilmiyoruz. Ancak yeni
bir
mesele ile karşılaşılmış ve bu durumda hâs olan lâfızların katî
delaletlerine dikkat ettiğimizde, hak sahiplerinden biri ya da bir
kaçının
hakkı ya tamamen ortadan kalkmakta ya da azaltılma sonucu
doğurmaktadır.
İşte böylesi bir ortamda, en âdil dağıtım için bir çözüm yolu arayışı
içinde olan sahabe, sureta bu lâfızların delaletine muhalif düşmüş
olsalar
bile, böyle bir çözüme ulaşmakta bir sakınca görmemişlerdir. Gerçi
red ile
ilgili bilgi verirken Zeyd b. Sâbit’in muhalefetinde, onun
benzer
bir endişeyi hâlâ taşımakta olduğu ve muhtemelen bu yüzden de
diğerlerine
katılmayarak, kendisi başka bir çözüm arayışı içine girdiği
görülmektedir.
Bu ve benzeri muhalif tavırları bir tarafa bıraktığımızda sahabenin
büyük
bir ekseriyetinin üzerinde anlaştığı çözüm dikkate alındığında,
onların
âyetlerde geçen rakamsal beyanlara tamı tamına uygunluk arzetmese de
olabileceklerin en güzelini bulabilme ve uygulamaya sokma arayışı
içinde
olduklarını, lâfızların zâhirine takılmayıp, ilahî adaletin nasıl
daha iyi
tecellî edeceğinin arayışı içinde olduklarını görmekteyiz.
Asırlar öncesinden beri fıkıh kitaplarımızda yer alan ve pek çok
örnekleri
çözümleriyle birlikte sunulan avl ve red konularından habersiz, bu
âyetlerdeki rakamsal beyanlardan hareketle, burada açık bir hesap
hatası
bulunduğunu, herşeyi bilen Allah’ın böyle basit hesap hataları
yapamayacağını, dolayısıyla bu âyetlerin Allah’a ait
olamayacağını,
olsa olsa hesap kitap bilmeyen Muhammed’e ait olabileceğini
ileri
süren iddialara gelince, doğrusu müslümanların meseleye bu açıdan
baktıklarını şahsen ben hiç görmedim, bir müslüman olarak aklımın
ucundan
dahi geçmedi. Bunları mal bulmuş Mağribî gibi kim ve hangi akla hizmet
için çıkarır onu da bilemiyorum.
Bu konu müslümanlar açısından çözülmemiş bir problem değildir.
Kıymeti,
yukarıdaki değerlendirmemde de arzettiğim gibi, bizim için yeni
meselelere
yaklaşmada yöntem belirlemede ışık tutucu olmasındadır. Benim için
bundan
öteye bir değer taşımadığı için, kendi halime kalsam bu konuyu ele
almak
istemezdim. Ama madem ki bu konu bizim adımıza sorun ediniliyor, biz
de
bir iki söz söyleyelim bari.
Bir kere Allah her şeyi biliyor ama, muhatap alınan kitle Arabî-Ümmî
bir
kitle, yani hesap kitap bilmeyen insanlar. Günlük yaşantılarını çoğu
kez
parmak hesabıyla götürmektedirler. Şimdi böylesi insanlara milimetrik
hesaplar ile yaklaşmak, bizim bildiğimiz Yüce Allah’ın
rahmetiyle
bağdaşmazdı.
İkincisi, buna rağmen feraiz konusu ashâb ve daha sonra gelen ümmet
açısından fıkhın en zor bahislerinden biri olmaya devam etmiş ve bu
alanda
temayüz edenlerin sayısı son derece az olmuştur. Eğer Yüce Allah,
yarım,
üçte iki, dörtte bir… gibi yuvarlak oranlar kullanmasaydı, bu
hesabı
kim ve nasıl yapardı. Dolayısıyla teşri aşamasında gözetilmiş bulunan
kolaylık ilkesi bunu gerektirirdi.
Burada şunu da ifade edelim ki bu âyetlerden sorun üreten insanlar,
eğer
öküz altında buzağı arama gibi bir niyet içinde değillerse,
Kur'ân’ı
ve onun içeriğini Allahça sanıyorlar. Oysa Kur'ân Arabçadır, yani
Araba
ait formatlar içinde gelmiştir ve bu haliyle de anlaşılmıştır.
Anlaşılması
için Kur'ân, yer yüzüne indirilmiş ve oraya ait kılınmış, oranın dili
kullanılmış, Arabın ma’hûduna atıflar yapılmış ve sonuçta
insanlığa
mal edilmiştir.
Aynı mantıktan hareketle insanlar neshi de bir bedâ yakıştırmasıyla
izah
etmeye çalışmışlardır. Yani Yüce Allah, önce bir şey buyurdu, sonra
öngöremediği, hesaba katamadığı bazı gelişmeler, olaylar ortaya çıktı,
bunun üzerine de Allah hükmünü değiştirdi… falan gibi. Eğer
meseleye
bir inanç ile yaklaşılsa ve Allah’ın buyurmasının yeryüzü
sakinleri
olarak insanların durumlarıyla ilgili olduğunu, insana ait olan
hususlarda
da bu tür durumların kaçınılmaz olacağını ve bunlara bağlı olarak
Allah’ın buyruklarını değiştireceği, yahut yenileyeceği…
düşüncesine kolayca ulaşılabilir ve bu durum müslümanlar adına göz
yaşartıcı tarzda kaygı çeken bu gayretkeş insanları hiç olmazsa biraz
rahatlatırdı.
Üçüncüsü ve en önemlisi hukukta hükümler konulurken genel durum
dikkate
alınır. “en-Nâdirü felâ hükme lehû = Nâdir olan için hüküm
konulmaz” şeklinde bir hukuk kuralı bulunmaktadır. Genel durum
dikkate alınarak oluşturulmuş olan kurala uymayan istisnâî haller
olursa,
onun için de özel çözümler geliştirilir ve bir şekilde işin içinden
çıkılır. Sahabenin yaptığı gibi, daha âdil bir çözüm arayışı içine
girmek
varken, bu âyetlerin Muhammed’ce düzülmüş âyetler olabileceğini
iddia etmek ancak şeytanın aklına gelebilir.
İslam miras hukukuna yönelik itirazlar arasında, karmaşık oluşu, hesap
etmesinin zorluğu da bulunmaktadır. Gerçekten az çok hesap bilmeyi
gerektiren bir yapısı vardır. Bu zorluğu yanında akrabalar arasında
hiçbir
kimsenin unutulmadığı, herkese hakkının verildiği genelde teslim
edilir.
İkili birli taksimin ise, ihtiyaçların dikkate alınması sonucu adaleti
gerçekleştirmede bir yol olduğu görülür. Adalet her zaman eşitlikle
sağlanamaz. Bir sınıfta bulunan bütün öğrenciye eşit davranmak
adaletin
gereğidir. Sınavda eşitlik ilkesi gereği herkese aynı notu vermek ise,
adaletsizlik olur. Aynı sofraya oturtulmuş insanların önlerine eşit
yemek
koymak her zaman için adaletli olmayabilir. Küçük ve zayıf bedenli
insanların önüne, iri vücutlu bir kimseye verdiğiniz yiyeceğin aynını
verirseniz, birisi israf eder, diğeri aç kalır. Bu itibarla adalet
bazen,
insanların ihtiyacını dikkate alarak dağıtmakta tecelli edebilir.
İkili
birli taksimi, bir de bu gözle değerlendirmek yerinde olur.

Prof. Dr. Mehmet Erdoğan

[ Next Thread | Previous Thread | Next Message | Previous Message ]

Post a message:
This forum requires an account to post.
[ Create Account ]
[ Login ]
[ Contact Forum Admin ]


Forum timezone: GMT-8
VF Version: 3.00b, ConfDB:
Before posting please read our privacy policy.
VoyForums(tm) is a Free Service from Voyager Info-Systems.
Copyright © 1998-2019 Voyager Info-Systems. All Rights Reserved.