VoyForums
[ Show ]
Support VoyForums
[ Shrink ]
VoyForums Announcement: Programming and providing support for this service has been a labor of love since 1997. We are one of the few services online who values our users' privacy, and have never sold your information. We have even fought hard to defend your privacy in legal cases; however, we've done it with almost no financial support -- paying out of pocket to continue providing the service. Due to the issues imposed on us by advertisers, we also stopped hosting most ads on the forums many years ago. We hope you appreciate our efforts.

Show your support by donating any amount. (Note: We are still technically a for-profit company, so your contribution is not tax-deductible.) PayPal Acct: Feedback:

Donate to VoyForums (PayPal):

Login ] [ Contact Forum Admin ] [ Main index ] [ Post a new message ] [ Search | Check update time | Archives: 1 ]


[ Next Thread | Previous Thread | Next Message | Previous Message ]

Date Posted: 04:06:29 02/14/03 Fri
Author: Mustafa Aslan
Subject: Re: Kur'an'da matematiksel hatalar mevcut mudur? Dünya kaç günde yaratıldı?
In reply to: Vesselam 's message, "Kur'an'da matematiksel hatalar mevcut mudur? Dünya kaç günde yaratıldı?" on 02:14:39 02/14/03 Fri

Merhabalar,

Buna Seyyit Kutb'un Kur'an-ı Kerim tefsirinde (Fizilal'il Kur'an) değinilmiş ve 41:10'da bahsedilen 4 günün 41:9'da bahsedilen 2 günü de kapsadığı ima edilmiştir.

Seyyit Kutb şöyle demektedir:

9- De ki: "Siz mi
yeryüzünü iki günde yaratana nankörlük ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O
alemlerin Rabb'idir."


10- Yeryüzüne sabit dağlar
yerleştirdi. Onda bereketler yarattı ve orada rızıklarını arayanlar için dört
günde düzene koydu.


11- Sonra duman halinde bulunan
göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma
gelin" dedi. "İsteyerek geldik" dediler.


12- Böylece onları, iki gün
içinde yedi gök var etti ve her göğün görevini vahyetti. Yakın göğü ışıklarla
donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu bilen, güçlü olan Allah kanunudur.


Onlara deki: Siz Allah'ın ayetlerini yalanlayıp, onu inkar
ettiğiniz zaman, büyük bir küstahlıkla böylesine büyük laflar ettiğiniz zaman,
çirkin ve iğrenç olduğu kadar dehşet verici bir suç işlemiş oluyorsunuz; siz
yeryüzünü yaratan ve üzerinde denge unsuru olarak dağları vareden, orayı verimli
kılan, orada gerekli olan rızık kaynaklarını bir plan çerçevesinde vareden Allah'ı
inkar ediyorsunuz...


Gökleri yaratan, düzenini sağlayan, ayrıca gökleri ışık
saçan yıldızlarla ve koruyucu tabakalarla, atmosferle donatan Allah'ı inkar
ediyorsunuz. Göklerin ve yerin isteyerek boyun eğerek buyruğuna girdikleri, teslim
oldukları Allah'ı inkar ediyorsunuz... Siz... Fakat şu yeryüzünde yaşayan
canlıların bir kısmı olan siz. onun buyruğuna girmekten kaçınıyor, büyüklük
taslıyorsunuz.


Ne var ki Kur'an-ı Kerim'in olağanüstü ahenge sahip ifade
biçimi bu gerçekleri, yine Kur'an'ın kalplerin derinliklerine nüfuz eden onları
şiddetle sarsan yöntemiyle sunuyor. Şu halde biz de sıralama ve açıklama ahengini
izleyerek açıklamaya devam edelim:


"De ki: `Siz mi arzı iki günde yaratana nankörlük ediyor
ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O alemlerin Rabb'idir."


"Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Ve onda bereketler
yarattı ve orada rızıklarını arayanlar için dört günde düzene koydu."


Ayet-i kerime yeryüzünün iki günde yaratılması gerçeğini
hatırlatıyor. Sonra yeryüzünün yaratılışı hikayesinin devamını sunmadan önce
bir değerlendirme yapıyor. Yeryüzünün ilk yaratılışı kıssasının ardından şu
yorumu yapıyor: "O alemlerin Rabb'idir." Ama siz O'nun Rab'lığını inkar
ediyor, O'na eşler koşuyorsunuz. Üstelik içinde yaşadığınız yeryüzünü de O
yaratmıştır. Şu halde bundan daha çirkin bir büyüklenme, daha aşağılık bir
küstahlık, daha iğrenç bir davranış olur mu?


Yeryüzünün yaratıldığı iki gün ile, denge unsuru
dağların yaratıldığı, rızık kaynaklarının bir plan içinde yerleştirildiği,
toprağa verimlilik kazandırıldığı diğer iki günle dörde tamamlanan şu günler
neyi ifade eder?


Hiç kuşku yok ki, bunlar süresini ancak yüce Allah'ın
bildiği O'nun günleridir, şu yeryüzündeki günler değil. Yeryüzündeki günler
dünyanın yaratılışın-dan sonra ortaya çıkmış zaman ölçüm birimleridir.
Dünyanın güneşin karşısında kendi ekseni etrafında dönüşü ile oluşan günleri
olduğu gibi diğer gezegenlerin ve yıldızların da günleri vardır. Ve bunlar
dünyadaki günlerden farklıdırlar. Bazısı daha kısa, bazısı ise daha uzundur.


İlk defa dünyanın yaratıldığı, sonra dağların oluştuğu,
ardından zenginlik kaynaklarının varedildiği günler başka ölçülerle ölçülen
başka günlerdir. Bu günleri bilmiyoruz, ancak alışageldiğimiz dünya günlerinden
çok daha uzun olduklarını biliyoruz.


Şu anda insan aklının ürünü bilimlerin son verilerine
dayanarak en fazla şunu düşüne biliyoruz. Burada sözü edilen günler, yeryüzünün
ardarda geçtiği, sonunda yerkabuğunun bugünkü şeklini alıp katılaştığı ve şu
anda bildiğimiz ha-yata elverişli hale geldiği evrelerdir. Bu evreler -şu anda
elimizde bulunan bilim-sel teorilerin dediğine göre- dünya ölçüleri ile yaklaşık
olarak iki milyon yıl sürmüştür.


Bunlar sadece kayaların incelenmesine ve bunlar aracılığı ile
dünyanın ömrünün belirlenmesine ilişkin varsayımlara dayalı bilimsel
değerlendirmelerdir. Biz, Kur'an-ı Kerim'i incelerken bu değerlendirmeleri nihai
gerçeklermiş gibi ele alamayız. Çünkü bunlar özleri itibariyle böyle değildirler.
Her zaman değiştirilebilen teorilerdir. Şu halde Kur'an'ı bu değişken teorilere
göre yorumlayamayız. Sadece, bunlarla Kur'an ayeti arasında bir yakınlık
gördüğümüzde, zorlama yapmaksızın Kur'an ayetinin bu şekilde yorumlanmasının
uygun olacağını düşündüğümüzde bunların doğru olabileceklerini
söyleyebiliriz. Buradan hareketle bu veya şu teorinin Kur'an ayetinin anlamına
yakınlığından dolayı doğruya yakın olabileceğini söyleyebiliriz.


Bugün bilim çevrelerinde ağır basan görüş, yeryüzünün
daha önce şimdiki güneş gibi gaz halinde yanan bir küre olduğudur. Yine kesin olarak
belirlenemeyen bir sebepten dolayı dünyanın güneşten koptuğu düşüncesi de genel
kabul görmüştür- Bu haldeki dünyanın uzun bir zaman içinde soğuduğu, kabuğunun
sertleştiği, bugünkü şeklini aldığı söylenmektedir. Yer kabuğunun iç
kısımlarının şu anda bile en sert kayaları eritecek kadar sıcak olduğu
vurgulanmaktadır.


Yer kabuğu soğuyunca, donup sertleşince, başlangıçta her
taraf sert bir kayalıktan ibaretti. Üst üste kayalık katmanlar oluşmuştu.


Çok erken bir dönemde iki hidrojenle bir oksijenin birleşmesi
sonucu denizler oluştu, bu iki elementin birleşmelerinden sular (H2O) meydana geldi.
"Şu dünyamızdaki hava ve su birlikte kayaların parçalanıp dağılmalarını
aşınmalarını sağladılar. Parçalanıp dağılan bu kaya parçalarını bir yerden
diğerine taşıdılar, ufalttılar. Nihayet tarıma elverişli toprak oluştu. Dağların
ve tepelerin yarılmalarını, çukurların dolmalarını sağladılar. Neredeyse
yeryüzünde olan her şey bir yıkılma ve tekrar yapılma sürecini yaşadı."


"Yerkabuğu sürekli hareket ve değişim halindedir. Deniz
dalgalanır, köpürür, yerkabuğu ondan etkilenir. Güneşin etkisiyle deniz suları
buharlaşır. Göğe yükselir. Tatlı su yağdıran buluta dönüşür. Yeryüzüne
sağanak halinde yağar, bunun sonucu seller ve nehirler meydana gelir. Bunlarda
yerkabuğu içinde akarlar ve onu etkilerler. Bu akarsular yerkabuğundaki kayaları
etkilerler, onları aşındırıp değiştirirler. Bir kayadan bir başka kaya meydana
getirirler. Bu sular daha sonra da kayaları aşındırmaya, bir yerden diğerine
götürmeye devam ederler. Yüzyıllar içinde; yüzlerce, binlerce asır içinde
yeryüzünün şekli değişir. Donmuş buzlar da akarsular gibi etkiler yerkabuğunu.
Rüzgârlar da su gibi etkiler. Su ve rüzgârın yaptığını güneş de yapar.
Yeryüzüne yakıcı ve aydınlatıcı ışınlarını gönderir. Aynı şekilde
yeryüzünde yaşayan canlılar da sürekli yerkabuğunun şeklini değiştirip dururlar.
Toprağın içinden fışkıran volkanlar da yerkabuğunun şeklini büyük ölçüde
değiştirirler.


"Bir jeologa yeryüzündeki kaya çeşitlerini sorduğun
zaman, sana bir çok kaya çeşidini sayar. Öncelikle kayaların üç büyük türünden
sözeder.


"Sana "ateş ve kayalar"dan sözedecek. Bunlar
toprağın altından üstüne kızgın kayalar halinde çıkan sonra da soğuyan
parçalardır. Bunlara örnek olarak da Granit ve Bazalt'ı gösterecektir. Bunlardan bir
parça getirerek içerdiği beyaz, kırmızı veya siyah billurları işaret ederek
"Bu billurların herbiri kimyasal bir birleşimi göstermektedir ve bunların her
birinin kendine özgü yapısı vardır. Dolayısıyla bu kayalar bir
karışımdırlar" diyecektir. Bu sefer senin aklında yerkabuğunun çok eski
zamanlarda dünyanın oluşumunun tamamlanmasından sonra bu sıcak kayalardan veya
benzeri parçalardan oluştuğu fikri uyanır. "Sonra sular gökten yağarak,
yerkabuğunda akarak veya kar halinde düşüp donarak bunları etkilemiştir. Hava ve
rüzgâr etkili olmuştur. Güneş etkilemiştir. Bunların herbiri bu kayaların öz
yapılarını ve kimyasal birleşimlerini değiştirmişlerdir. Böylece bunlardan farklı
yeni kayalar oluşmuşlar" diyecek ve nerdeyse bunları bir laboratuvarda biraraya
getirip gösterecektir.


"Jeolog, bu sefer de sana ikinci büyük kaya çeşidini
gösterecektir. Bunları tortul ve tortulaşmış kayalar olarak isimlendirirler. Bunlar,
su, rüzgâr, güneş veya canlıların etkisiyle yeryüzünde bulunan en sağlam ve en
kötü kayalardan türemişler. Bunlara tortul yani çökelmiş adının verilmesi baştan
beri bulunduğu yerde olmamasından dolayıdır. İlk kayalardan kopan, aşınan
parçaların birleşimi ile oluştuktan sonra veya oluşmak üzereyken buraya
taşınmıştır. Kuşkusuz bu taşıma işlemini su veya rüzgâr gerçekleştirmiştir.
Dolayısıyle oluştuktan sonra bu kaya yuvarlanmış, çökelmiş ve şimdiki yerine
yerleşmiştir.


"Jeolog tortul kayalara örnek olarak kireç taşını
gösterecektir. Bu taşlardan dağlar oluşmuştur. Örneğin Mukattam dağı (Kahirenin
doğusunda bir dağ) bunlardan birisidir. Kahireliler evlerini bu dağdan getirdikleri
taşlarla bina ederler. Sonra şöyle diyecektir: Bu taş kalsiyum karbonat olarak bilinen
kimyasal birleşiktir. Bu birleşim yeryüzünde canlıların etkisiyle veya kimyasal bir
reaksiyon sonucu gerçekleşmiştir. Sonra kumu örnek gösterecek ve şöyle diyecektir:
Bunun öz maddesinin büyük kısmı silisyum oksittir. Bu da sonradan meydana gelmiştir.
Sonra örnek olarak kil ve balçığı gösterecek ve bunların başka maddelerin
birleşmesinden meydana geldiklerini söyleyecektir.


"Birbirlerinden farklı tortul kayaların oluşmasına
kaynaklık eden asıl kayaların ne olduğunu soracaksın. Bunların sıcak ateş kayalar
olduğunu söyleyecektir. Çok eski zamanlarda yerkabuğu eriyip donunca bu donmuş yüzey
üzerinde ateş kayalarından başka birşey yoktu. Sonra su geldi, denizler geldi. Su ve
kayalar birbirlerini etkilediler. Bunlara daha sonra hava katıldı. Reaksiyon halindeki
gazlar, kasırgalar, yakıcılığı ve aydınlatıcılığı ile güneş katıldı.
Bütün bu etkenler, öz yapılarındaki yeteneklere uygun olarak reaksiyona girdiler.
Bunun sonucu ateş kayalarının oluşturduğu yararsız ve katı düzeyden, ev
yapımında kullanılan, madenlerin çıkarılmasında yararlanılan yararlı kayalar
oluştu. Bundan daha önemli ve daha etkili bir şey var ki, o da hayat için elverişli
olmayan katı ateş kayalarından toprağın meydana gelmesi, bu toprağın yeryüzüne
serpişmesi, böylece canlılar ve yaratıklar için uygun ortamın oluşmasıdır.


"Granitler ekime, tarıma ve sulamaya elverişli
değildirler. Fakat onlardan ve benzeri kayalardan elde edilen yumuşak toprak
yararlıdır. Bu toprağın meydana gelmesi ile bitkiler meydana geldi. Bitkilerin meydana
gelmesi hayvanların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece yeryüzü
yaratıkların en üstünü, yani insanın gelişine hazır hale gelmiştir."


Modern bilimin kendi vesilesi ile ölçüp ortaya koyduğu bu uzun
yolculuk, yeryüzünün yaratıldığı, üzerinde denge unsuru olarak dağların
varedildiği, toprağın verimli, bereketli kılındığı, zenginlik kaynaklarının
belli bir plan içinde yerleştirildiği dört günü anlamada bize yardımcı
olmaktadır. Bunlar Allah'ın günleridir. Bunların mahiyetlerini ve sürelerini
bilmiyoruz. Ama dünyada bilinen günlerden farklı olduklarını kesin olarak biliyoruz.


Yeryüzünden gökyüzüne geçmeden önce bu ayetin her
cümlesinin üzerinde ayrı ayrı durmak istiyoruz.


"Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi.." Kur'an-ı
Kerim'in çok yerinde dağlar "Revasiye" yani "Köklü" diye
isimlendirilir. Bazı yerlerde de bu köklü dağların varlık nedeni
"sarsılmayasınız" diye belirtilir. Yani bu dağlar köklüdürler, yeri
sağlam tutmaktadırlar, dünyayı dengede tutup sarsılmasına engel olmaktadırlar...
Uzun zaman geçti insanlar üzerinde yaşadıkları dünyanın sağlam temeller üzerinde
sabit olduğunu sanıyorlardı. Sonra bir zaman geldi onlara şöyle dendi: Üzerinde
yaşadığınız şu dünya sonsuz uzay boşluğunda hiç bir şeye dayanmadan yüzen
küçücük bir yuvarlaktır... Kim bilir, belki ilk defa bu sözleri duyduklarında
korkmuşlardır. Belki de dünya beni sarsacak ya da uzay boşluğunun derinliklerine
fırlatacak diye korkudan sağına soluna bakanlar olmuştur. Fakat insanlar rahat
olsunlar, korkmasınlar. Çünkü Allah'ın eli, onu ve göğü tutuyor, yok olmaktan
koruyor. Eğer Allah onları tutmasa, onun dışında kim bu dengeyi sağlayabilir ki!
Rahat olsunlar. Çünkü şu evrene egemen olan yasalar, her şeye gücü yeten ve her
şeyden üstün olan yüce Allah'ın koyduğu sağlam yasalardır.


Tekrar dağlar konusuna dönüyoruz ve Kur'an'ın onları
"köklü" olarak nitelendirmesine, dünyayı dengede tutup sarsılmasına engel
olduklarına dikkat çektiğini görüyoruz. Bu tefsirin bir başka yerinde de
değindiğimiz gibi belki de dağlar okyanuslardaki derinlikler ile havalardaki
yükseklikler arasındaki ahengi koruyor. Böylece dünyanın dengesini sağlayıp
sarsılmasına engel oluyorlar. Şimdi şu bilgini dinleyelim:


"Yeryüzünde, gerek yüzeyde gerekse derinliklerde meydana
gelen her olayın bir maddenin bir yerden diğer bir yere taşınmasına etkisi olur. Bu
da dünyanın dönüş hızını etkiler. Çünkü bu konuda (yani yazarın bir önceki
paragrafta söylediği gibi dünyanın hızının yavaşlamasında) tek etken med-cezir
(gel-git) olayı değildir. Hatta nehirlerin yeryüzünün bir yerinden diğer bir yerine
taşıdıkları sular da dünyanın dönüş hızını etkilerler. Rüzgarların esintisi
de öyle. Denizlerin diplerine düşen herhangi bir şey, yeryüzünün şurasında,
burasında beliren birşey dünyanın dönüş hızı üzerinde etkili olur. Dünyanın
dönüş hızını etkileyen unsurlardan biri de herhangi bir nedenden dolayı toprağın
kayması ya da yığılmasıdır. Bu yığılma veya kayma dünyanın alanında sadece bir
kaç adımlık bir eksilme veya daralmaya neden olacak kadar önemsiz bile olsa yine de
dünyanın dönüş hızı üzerinde etkisini gösterir."


Bu kadar hassas bir yapıya sahip olan yeryüzünde köklü
dağların dengeyi koruyan ve Kur'an-ı Kerim'de ondört asır önce ifade edildiği gibi
dünyanın sarsılmasını önleyen etkenler olmasının şaşılacak bir yanı yoktur.


"Onda bereketler yarattı ve orada rızıklarını arayanlar
için dört günde düzene koydu."


Ayetin bu bölümü bizden önceki kuşakların zihinlerinde
yeryüzünde yeşeren ekinleri ve yüce Allah'ın yeraltında gizlediği altın, gümüş
ve demir gibi bazı madenleri çağrıştırıyordu. Fakat bugün yüce Allah
yeryüzünün birçok bereketini ve geçen uzun zaman içinde yerin altına
yerleştirdiği zenginlik kaynaklarını insana gösterince ayetin bu bölümünün
anlamı zihnimizde daha geniş bir boyut kazanmış oldu.


Nitekim havadaki bazı elementlerin (Hidrojen, Oksijen) suyu
meydana getirmek için nasıl yardımlaştıklarını görmüştük. Yine su, hava,
güneş ve rüzgarın tarıma elverişli toprak meydana getirmek için birbirleri ile
yardımlaştıklarını da görmüştük. Akarsuların, kaynak, çeşme ve kuyu şeklinde
ortaya çıkan yeraltı ve yerüstü sularının; bütün tatlı suların özü
yağmurların su, güneş ve rüzgarlarca oluşturulduklarını görmüştük. İşte
bütün bunlar yeryüzündeki bereketin, rızık kaynaklarının esaslarıdır. Bir de
hava var. Nefes alış verişimiz, bedenlerimizin ayakta kalması ona bağlıdır.


"Yeryüzü bir yuvarlaktır. Üzerini bir kaya örtüsü
kaplamıştır. Bu kayaların büyük kısmını bir su tabakası kaplamıştır. Kaya ve
su tabakalarını birlikte bir hava tabakası sarmıştır. Bu tabaka yoğunlaşmış
gazdan oluşur. Bunun da tıpkı denizler gibi derinlikleri vardır. Biz; insanlar,
hayvanlar ve bitkiler işte bu tabakanın derinliklerinde yaşarız, ondan yararlanır, bu
sayede hayatımızı sürdürürüz."


"Örneğin biz hava tabakası ile soluk alırız, onun
oksijenini içimize çekeriz. Bitkiler organik yapılarını ona borçludurlar. Hava
tabakasında bulunan karbon, daha doğrusu karbon oksit bitkilerin organik yapılarını
oluşturur. Buna kimyagerler karbondioksit derler. Biz de bitkileri ve bitkileri yiyen
hayvanları yiyoruz. Biz bu ikisinden kendi organik yapımızı oluştururuz. Havadaki
gazlardan geride Nitrojen yani Azot kaldı. Bu da soluklarımızla yanmamamız için
oksijeni hafifletici rol oynayan bir elementtir. Havada bir de su buharı var ki, bu da
havayı nemlendirir. Havada başka gazlar da vardır. Bunlar değişik oranlarda ve
düzensiz bulunurlar. Argon, Helyum ve Neon gibi. Sonra Hidrojen. Bu ise, genellikle
yeryüzünün ilk yaratılışından geride kalmıştır."


Yediğimiz, hayatımızda yararlandığımız maddeler, -ki
rızık kaymakları yemek suretiyle tüketilen maddelerden daha geniş bir anlam ifade
eder- bütünüyle yeryüzünün gerek içinde gerekse atmosferinde içerdiği temel
elementlerin meydana getirdiği birleşiklerdir. Örneğin şu şeker nedir, neden meydana
gelir? Aslı karbon, hidrojen ve oksijendir. Suyun oksijen ve hidrojenden oluşan
birleşimini öğrenmiştik. Aynı şekilde tükettiğimiz bütün yiyecekler, içecekler,
kullandığımız giysiler ve aletler... Şu yeryüzüne yerleştirilmiş elementlerin
birleşimlerinden başka birşey değildirler.


Bütün bunlar yeryüzüne bahşedilen berekete, verimliliğe,
oraya bir plana göre, dört günde yerleştirilen rızık kaynaklarına işaret
etmektedir. Hiç kuşkusuz bunlar uzun zaman süren aşamalarda gerçekleşmişlerdir.
İşte bunlar, Allah'ın günleridir ve bunların süresini Allah'tan başkası bilemez.


"Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve
yeryüzüne: "isteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi. İkisi de
"isteyerek geldik" dediler.


"Böylece onları, iki gün içinde yedi gök varetti. Ve her
göğün görevini bildirdi. Yakın göğün semasını ışıklarla donattık. Ve
bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur."


"İstiva" kelimesi burada yönelmek anlamında
kullanılmıştır. Yüce Allah açısından yönelmek ise iradesinin istenen yönde
belirmesidir. "Sonra" edatı ise, kesinlikle zaman açısından bir sıralamayı
ifade etmiyor. Sadece manevi bir üstünlüğü, yüksekliği ifade etmek için
kullanılmıştır. Çünkü insan duygusunda gökyüzü yeryüzünden en yüksek ve en
üstündür.


"Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi..."

Yıldızların yaratılışından önce göğün bulut halinde
olduğuna ilişkin bir görüş vardır. İşte bu bulut gazdır. Yani dumandır.


"Bir kısmı yanmakta olan ve bir kısmı da sönmüş
bulunan bu kütleler (Nebula), yıldızların yaratılışından sonra arta kalan gaz ve
toz kümelerinden başka birşey değildirler. Yaratılış teorisi şöyle der: Samanyolu
gaz ve tozdan meydana gelmiştir. Bu ikisinin yoğunlaşması sonucu yıldızlar
oluşmuş, ancak geride bazı kalıntılar da kalmıştır. İşte bu gaz ve toz
bulutları bu kalıntılardan ibarettir. Bu uçsuz bucaksız samanyolu Galaksisi içinde
bu kalıntılardan yıldızları oluşturan miktar kadar gaz ve toz yayılmaktadır.
Kuşkusuz yıldızlar bu toz ve gaz yığınlarını çekim güçleri ile bir noktaya
doğru yoğunlaştırmaktadırlar. Bir anlamda gökyüzünü süpürmektedirler. Ne var ki
süpürücüler, dehşet verici bir sayı çokluğuna sahip olmalarına rağmen,
süpürülmesi gereken çok büyük ve akla durgunluk verecek kadar geniş olan sahalara
oranla yetersiz kalmaktadırlar."


Bu sözler doğru olabilir. Çünkü bu sözler Kur'an-ı Kerim'in
ifade ettiği; "Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi." gerçeğinin işaret
ettiği anlama, göklerin uzun zaman alan bir süreç içinde, yani Allah'ın günlerinden
iki gün içinde yaratılması gerçeğine yakındırlar.


Sonra şu dehşet verici gerçek karşısında duruyoruz:

"Ona ve yeryüzüne: isteyerek veya istemeyerek buyruğuma
gelin" dedi. İkisi de "isteyerek geldik" dediler."


Bu ayet, evrenin Allah'ın koyduğu yasalara boyun eğişini çok
çarpıcı bir ifade ile ima etmektedir. Bu evren gerçeğinin yaratıcısına
bağlılığını vurgulamaktadır. Bu bağlılık onun sözlerine ve iradesine uymak ve
teslim olmak şeklinde kendini göstermektedir. Şu halde sadece insanoğlu istemeyerek
Allah'ın evrensel yasalarına boyun eğer. İnsanoğlunun bu yasalara boyun eğmekten
başka seçeneği yoktur ve bu yasaların etkinlik alanının dışına çıkma gücüne
sahip değildir. Çünkü insan akıllara durgunluk veren dehşet verici evren çarkında
küçücük bir dişli konumundadır. Bu yüzden ister istemez bütün evrensel yasalara
uyar, onlardan etkilenir. Fakat, bütün varlıklar arasında sadece insanoğlu isteyerek
boyun eğmez, yer ve göğün teslim oluşu gibi bu yasalara uymaz. Tam tersine bu
yasalardan kurtulmaya çalışır. Kolay, rahat ve normal çizginin dışına çıkar.
Kendisine üstünlük sağlaması -hatta ezip parçalaması- kaçınılmaz olan evrensel
yasalara ters düşer. Ama en sonunda istemese de bu yasalara boyun eğer. Fakat yüce
Allah'ın iyi kulları hariç. Onların kalpleri, organik yapıları, hareketleri,
düşünceleri, iradeleri, arzu ve gayesi evrene egemen olan ilahi yasalarla uyum
içindedir. Onlar isteyerek gelirler, şu dehşet verici evren çarkı ile birlikte rahat
ve kolay hareket ederler. Varlıklar kervanı ile birlikte Rabb'lerine doğru yol
alırlar. Evrendeki tüm güç ve enerji kaynakları ile iletişim halinde olurlar. İşte
o zaman olağanüstü işler başarırlar, harikalar yaratırlar. Çünkü evrene egemen
olan yasalarla uyum içindedirler. Evrenin akıllara durgunluk veren gücünden destek
alırlar. Çünkü onlar evrenin bir parçasıdırlar ve evrende onları kapsamıştır.
Hep birlikte "isteyerek" Allah'a doğru yol alırlar.


Biz istemeyerek de olsa boyun eğeriz. Fakat keşke isteyerek
boyun eğseydik. Keşke yer ve gök gibi yüce Allah'ın buyruğuna koşsaydık; isteyerek
ve alemlerin Rabbi olan Allah'a boyun eğen, itaat eden, onun buyruğuna koşan, ona
teslim olan varlık aleminin ruhu ile buluşmanın coşkunluğu içinde olumlu cevap
verseydik.


Biz insanlar zaman zaman gülünç davranışlar sergileriz...
Kader çarkı, kendisi için belirlenen hedefe doğru normal hızı ile yoluna devam
ediyor. Onunla birlikte tüm evrende değişmez ilahi yasalar doğrultusunda dönüyor.
Biz ise, gelir bu çarkın dönüşünü hızlandırmak veya yavaşlatmak isteriz. Bu
akıllara durgunluk veren büyüklükteki koca kafile içinde sadece biz -çarkın
dışına çıkıp, hareket çizgisinden saptığımız zaman- ruhlarımızı saran
bunalım, acelecilik, benlik, ihtiras, arzu ve korku gibi duygulardan dolayı sadece biz
bu normal gidişi değiştirmek isteriz. Ama biz şurada, burada başıboş dolaşırken
kervan yoluna devam eder. O dişliden bu dişliye yuvarlanır gideriz, sonsuz acılar
çekeriz. Oraya buraya çarpar paramparça oluruz. Ama kader çarkı normal hızı ile,
kendisi için belirlenen hedefe doğru yoluna devam eder. Bizim çabamız, gücümüz ise
boşa gider. Ancak kalplerimiz gerçekten inanırsa, Allah'a gerçekten teslim olursa,
varlıkların ruhu ile gerçekten bağlantı kurarsa, o zaman biz evren içinde
üstlendiğimiz rolü gerçekten kavrarız, adımlarımızla kaderin adımları arasında
ahenk oluştururuz. O zaman, uygun bir anda, uygun bir hızla ve uygun bir süre içinde
hareket ederiz. Varlıklar aleminin yaratıcısından kaynaklanan varlıklar aleminin
gücü ile hareket ederiz. O zaman gerçekten, büyüklük kompleksine kapılmadan,
gururlanmadan büyük işler başarırız. Çünkü o zaman kendisi ile bunca büyük
başarıyı kazandığımız gücün kaynağını biliriz. Bunların bizim kişisel
gücümüzden kaynaklanmadığını, sadece sonsuz büyüklükteki ilahi güçle
bağlantılı olduğu için bu şekilde meydana geldiğini kesinlikle biliriz.


Ne güzel hoşnutluk! Ne büyük mutluluk, en sonunda Rabbine
varmak üzere bizimle birlikte isteyerek, koşarak büyük yolculuğa çıkan şu gezegen
üzerindeki kısacık yolculuğumuzda -o gün için- kalplerimizi saran ne büyük bir
güven duygusu!


Dost bir evren içinde yaşarken ruhlarımızı ne güzel bir
barış havası sarar. Rabbine isteyerek teslim olmuş şu evrenle birlikte teslim olmak
ne güzel bir duygudur. O zaman adımlarımız evrenin adımlarından ayrılmaz. O bize
düşmanlık etmez, biz de ona düşman gözü ile bakmayız. Çünkü biz onun bir
parçasıyız. Çünkü onunla birlikte aynı amaca doğru yol alıyoruz.


"İkisi de "isteyerek geldik" dediler.."
"Böylece iki gün içinde yedi gök varettik." "Ve her göğün görevini
vahyetti."


Burada sözü edilen iki gün, yıldızların gaz ve toz
bulutlarından yaratıldıkları süre olabilir. Veya yüce Allah'ın bildiği şekliyle
göklerin oluştuğu süre de olabilir. Her göğe işinin bildirilmesi ise, Allah'ın yol
göstericiliği ve direktifi ile oralarda işlevini yerine getirecek evrensel yasaların
yürürlüğe konmasına işarettir. Ne var ki burada sözkonusu edilen göğü belirlemek
mümkün değildir. Çok uzak bir nokta, bir derece gök olarak nitelendirilmiş olabilir.
Veya bir tek galaksi kastedilmiş olabilir. Birbirlerinden farklı boyutlara sahip
galaksiler gök kelimesi ile nitelendirilmiş olabilirler. Veya gök kelimesinin ifade
ettiği bir çok şey arasında herhangi bir cisim de kastedilmiş olabilir.


"Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan
koruduk."


Aynı şekilde dünya semasının da belli bir anlamı yoktur.
Bununla bize en yakın olan ve samanyolu olarak bilinen, boyutları yüz milyar ışık
yılını bulan galaksi kastedilmiş olabilir. Belki de onun dışında gök kelimesinin
kapsamına giren; içinde aydınlatıcı yıldızlar ve gezegenler bulunan ve bizim için
lamba işlevini gören başka birşey kastedilmiştir.


"Ve onu koruduk."



Yani şeytanlardan koruduk. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in başka
yerlerinde bu anlamı destekleyen ifadeler vardır. Ne var ki biz, şeytanlara ilişkin
ayrıntılı bilgi verme imkanına sahip değiliz. Ancak Kur'an-ı Kerim'de yeralan bazı
kısa ifadeler vardır. Bunlar da bizim için yeterlidir.


"İşte bu bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur."

Her şeye gücü yeten, her şeyden güçlü olan, her şeyi
bilen, gelir ve zenginlik kaynaklarından haberdar olan yüce Allah'tan başkası bütün
bunları planlayabilir mi? Varlıklar aleminin düzenini O'ndan başkası sağlayabilir
mi? O'ndan başkası bütün varlıkları yönetebilir mi?


AD VE SEMUD KAVMİNİN BAŞINA
GELENLER


Bu dehşet verici evren içinde çıkılan bu gezintiden sonra
Allah'ın Rabblığını inkar eden, O'na birtakım eşler koşan kafirlerin tutumu ne
olacak? Nasıl bir tavır takınacaklar? Gökyüzü ve yeryüzü Rabb'lerine
"isteyerek geldik" dedikleri halde yeryüzünde dolaşan şu zayıf, şu
küçücük yaratık olan insan büyük bir küstahlıkla, inatla Allah'ı inkar ediyor.


Bu küstahlığın, bu inadın cezası ne olacaktır?


[ Next Thread | Previous Thread | Next Message | Previous Message ]


Replies:


Post a message:
This forum requires an account to post.
[ Create Account ]
[ Login ]
[ Contact Forum Admin ]


Forum timezone: GMT-8
VF Version: 3.00b, ConfDB:
Before posting please read our privacy policy.
VoyForums(tm) is a Free Service from Voyager Info-Systems.
Copyright © 1998-2019 Voyager Info-Systems. All Rights Reserved.